Bu yazının amacı milli sermaye sol tavrı teşhir ederek enternasyonalist komünist sol ile arasındaki uzlaşmaz ayrışmanın Ukrayna-Rusya savaşı bağlamında altını çizmek ve netleştirmektir. Bu amaçla yazı dört ayrı bölümde konuyu inceleyecektir:
Ukrayna’daki emperyalist savaşın niteliği.
Türkiye sermaye solunun Ukrayna’daki savaş karşısındaki tavrının kısa bir özeti.
Enternasyonalist sol komünistlerin ilkesel duruşu.
Sol Komünist örgütlerin tavırlarının bir özeti.
I. UKRAYNA'DAKİ EMPERYALİST SAVAŞ BÜTÜN DÜNYAYI ETKİLİYOR VE ETKİLEYECEK
Rusya'nın Ukrayna'yı işgali 2. Dünya Savaşı'ndan beri Avrupa'nın gördüğü en tehlikeli ve ölümcül savaşı başlattı. Sovyetlerin çöküşünden sonra 1991'de Yugoslavya'da çıkan iç savaş, buna NATO ülkelerinin askeri müdaheleleri ve iç savaşın yarattığı yıkım, 'tarihin sonu' mitinin gerçek dışılığını göstermişti. Ama Ukrayna'daki savaş nüfuslarının toplamı 200 milyon civarında olan iki büyük Avrupa ülkesini, Ukrayna ve Rusya'yı içine çekti.
Yazının sonraki bölümlerinde daha detaylı inceleyecek olsak da, Ukrayna-Rusya Savaşına dair komünist solun tavırlarını en baştan açıkça belirtmek gerekli. Komünist Sol şunları savunur:
-Bu savaş tamamen gerici ve emperyalist bir savaştır.
-Rusya milli çıkarları gereği kapitalist bir işgal savaşı yürütmektedir.
-Savaşı provoke eden en önemli etmenlerin başında ABD ve NATO’nun genişleme perspektifi yer almaktadır.
-ABD, Rusya’yı Ukrayna’da tuzağa düşürmüş, onu uzun ve çözümsüz bir savaşın içine çekmiş ve Rusya’nın askeri gücünü tüketmeyi amaçlamıştır.
-Ukrayna devleti, Ukrayna egemen sınıfının çıkarları gereği batı kapitalist devletleri yanlısı bir tutuma sahiptir.
-Tüm bu rekabet ortamını üreten temel tarihsel sebep, kapitalizmin çöküş dönemine girmesiyle birlikte kapitalistler arası rekabetin militarist/emperyalist bir biçim almasıdır.
-Dolayısıyla proletarya bu savaşta HİÇBİR tarafı destekleyemez ve desteklememelidir.
-Proletarya, bu savaştan ancak dünya çapında, tüm devletlere ve kapitalizme karşı genel bir mücadele yürüterek kurtulabilir.
-Kalıcı, gerçek bir barışa yalnızca dünya çapında devrimci sınıf savaşı sonrasında ulaşılabilir. Uluslar arasındaki savaşı sınıflar arası bir mücadeleye dönüştürecek, böylesi bir mücadele sonrasında proletaryayı dünya çapında iktidara taşıyacak dünya komünist devrimi, kalıcı barışın tek teminatıdır.
-Komünistlerin görevi, açık ve net biçimde tüm devletlere ve kapitalizme karşı durmaktır. Proletaryanın ulusal savunmadan kazanacak hiçbir şeyi yoktur. Ulusal savunma yalnızca farklı ülkelerin egemen kapitalistlerinin çıkarlarına hizmet eder ve komünistler bunu ortaya koymak zorundadır. Komünistlerin görevi, bu enternasyonalist tavrı net, ısrarlı ve tavizsiz bir biçimde, gerekirse akıntıya karşı yüzerek sabırla savunmaktır.
Bütün bunların yanında net bir biçimde vurgulanması gereken en temel nokta, bu savaşın etkilerinin ve çerçevesinin dünya çapında olduğudur. Savaş sadece Ukrayna ve Rusya'yı derinden etkilemekle kalmamış, aynı zamanda bütün Avrupa'da egemen sınıfının milliyetçi histerisini de güçlendirmiştir. Ukrayna Avrupa'nın en zayıf ekonomilerinden biri olmasına rağmen, Ukrayna ve Rusya'nın bereketli toprakları, dünyanın birçok bölgesinin temel gıda ihtiyacını karşılamaktadır. Ukrayna ve Rusya, dünya ayçiçek yağı ve tahıl pazarının iki büyük üreticisi konumundadır. Savaş şimdiden, özellikle bu ilki ülkeden ihraç edilen gıdanın temel pazarı olan Ortadoğu ve Afrika'da gıda krizine yol açtı. Bu durumdan etkilenenler arasında Türkiye de yer alıyor.
Bu savaş dünyayı giderek derinleşen bir kaos ve geleceksizlik içerisine itiyor. Bu yüzden bu savaşı tekil olarak Rusya ve Ukrayna arasındaki bir sorun olarak görmek hatalı olacaktır. Savaş, 2019'da başlayan COVID salgını, buna eşlik eden ekonomik kriz ve dünya çapında artan hayat pahalılığı birbirlerine derinden bağlı olgular. COVID salgını, kapitalist devletlerin dünya pazarını korumak için ne denli zayıf bir koordinasyona sahip olduklarını göstermişti. Milliyetçi rekabet yüzünden devletler birbirlerinin tıbbi malzemelerini çaldı; aşı milliyetçiliği yüzünden aşının etkin dağıtımı dünya çapında hâlâ sağlanabilmiş değil, ki bu da salgının sürekli evrilerek devamını getirdi.
Kapitalistler arası uluslararası rekabet, Ukrayna işgaliyle birlikte yeni bir düzeye ulaştı. Bunun en belirgin ifadesi olarak Rusya'ya AB ve ABD'nin uyguladığı yaptırımları ele alabiliriz. Özellikle bir G20 ülkesi olan Rusya merkez bankasının varlıklarının batılı büyük kapitalist merkez bankaları tarafından dondurulması, kapitalist dünya pazarının sorunsuz işlemesi için olmazsa olmaz liberal 'özel mülkiyetin kutsallığı' ilkesinin, bizzat kapitalist-milliyetçi rekabet yüzünden çiğnenmesi anlamına geliyor. Bu durum, kapitalizmin emperyalist dönemine has bir çelişkisini ortaya koydu. Kapitalist ülkeler arası bu tip bir ekonomik savaş, dünya çapında otarşik eğilimleri ve kapitalist devletlerin dolar merkezli dünya pazarından çekilmesi eğilimini, dolayısıyla da emperyalist-militarist rekabetin daha da derinleşmesini beraberinde getiriyor. Küresel istikrarın garantisi olarak sunulan finansal araçların bir savaş ve hegemonya aracı olduğu artık net biçimde görünüyor.
Öte yandan, ulusal sermaye gelirinin önemli bir kısmını petrol ve kimyasal yakıt ihracatından sağlayan Rusya'nın kapitalist hükümeti, savaş ve kaosun petrol gelirlerini artırdığını deneyimle gördü. Bunun ilk örneklerinden biri 2008'de Rusya'nın Gürcistan'ı işgali, diğeriyse 2014'te Kırım'ın ilhakı oldu. Bu saldırılar sonrasında dünya çapında petrol ve doğal gaz fiyatlarının artışı, Rusya kapitalizmi için son derece kârlı oldu. Böylece, paradoksal biçimde, Rusya'yı izole etmek üzere yaptırımları kullanan ABD ile yaptırımlara karşı döviz gelirlerini sağlama almayı hedefleyen Rusya, savaş yoluyla spekülasyon yapma konusunda daha cesur adımlar atar hale geldiler. Kısacası emperyalist anlamda karşı karşıya gelen bu iki güç, birbirlerine karşı izledikleri politikalarda sürekli el yükselterek, daha yıkıcı, daha barbar ve daha militarist bir çizgiye doğru kaydılar.
Bir diğer yandan savaş, milliyetçiliğin ve kapitalizmin geleceksizliğinden doğan insan düşmanı bir nihilizmin de dünya çapında rağbet görmesine neden oldu. Bir tarafta Avrupalı neo-Naziler, kafası karışık bazı maceraperest anarşistler, her türden anti-Rus; Amerikan savaşlarında terörize olmuş eski asker ve NATO uzmanları… Diğer tarafta ise Stalinistler, kimi Troçkistler, Çeçenistan'dan Kadirov'un islamcı paramiliter grupları, Rus devletinin dünyanın çeşitli yerlerindeki proxy savaşlarında uzmanlaşmış çetecileri ve elbette Rus 'Avrasyacıları' ile imparatorluk hayali kuran eski Kara Yüzler'in, beyaz çetelerin hortlamış hayaletleri. Bu grotesk militarizm 'karnavalı', bu kapitalist ceset değirmeni sadece Rus ve Ukrayna yoksullarını öğütmekle kalmıyor, dünyanın bütün yoksullarını da vuruyor.
Savaşmak için kapitalist devletlerin giderek daha büyük ölçüde kiralık askerlere ihtiyaç duyması, Lenin'e göre emperyalizmin tipik bir örneğiydi. Burjuvazi bir sınıf olarak yükselirken, bir azınlık sınıfı olmasına rağmen, feodal ve monarşik imparatorluklara karşı köylülüğün ve küçük burjuvazinin, yani geniş kitlelerin önemli bir kesiminin desteğini alabilmişti. Bunun askeri ifadesi, zorunlu halk ordularının burjuva ulusal savaşlarında, aristokratik hiyerarşiye dayanan ve dolayısıyla zayıflamış gerici ordulara karşı oynadığı büyük ve belirleyici roldü. Feodalizmin gerilemeye başladığı evredeki savaşlarda, örneğin Avrupa din savaşları döneminde, egemen sınıf içinde dahil artık erkek nüfusunu içine katan bir tür kiralık-profesyonel asker ordusu tipi öne çıkmaya başlamıştı. Bunlar Almanya'yı acımasızca yağmaladılar. Cadı yakmaların yoğunlaşması veya Avrupa folk hikayelerinde ifadesini bulmuş yamyamlık örnekleri feodalizmin çöküş içerisine girdiği bu karanlık döneme tekabül eder. Şimdi kapitalizm de feodalizmin uğradığı akibete benzer bir şekilde, giderek daha küçük ve paralı ordulara sırtını dayıyor. Paralı askerler savaş kazanabilir ama geniş coğrafyalar üzerinde politik kontrol sağlamak için güvenilmezdir: bunlar en fazla militarist kaosu derinleştirebilirler. Yerli paralı birlikler savaşta acımasız olabilir ama uzaktaki emperyal güce karşı sadakatleri her zaman koşulludur.
Bütün bu sebepler savaşı ve savaşın etkilerini Türkiye proletaryası açısından da oldukça önemli bir hale getiriyor. Buna karşılık Türkiye'de solun savaşa karşı tavrı, kendi geleneği ve perspektifi doğrultusunda, tamamen milliyetçi bir kafa karışıklığı yaratmaktan ibaret oldu. Bu yazıda bu tavırların genel bir özetini ve bu tavrın, bu tavrı sergileyenlerin enternasyonalistlerden nerede/nasıl ayrıştığını sunmayı amaçlıyoruz.
II. MİLLİ SERMAYE SOLUNUN TAVRI: SAVAŞTA HAKLI DEVLET ARAYIŞI
Türkiye'de milli solun savaş karşısındaki konumu tümüyle şovenist veya pasifist bir tutumdan ibaret. Şüphesiz, buna şaşırmamak gerekir. Türkiye'de Cumhuriyet tarihi boyunca enternasyonalist proleter bir politik eğilim hiçbir zaman gelişememiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nda, özellikle gayrimüslim sosyalist örgütler 2. Enternasyonal ile ilişkilenmişti. Bunlar arasında kimileri, özellikle Balkan Savaşları ve 1. Dünya Savaşı sırasında enternasyonalist bir tavır takınabildiler. Gel gelelim bu savaşlar karşısında gelişen ve Rusya'da patlak veren ilk dünya proleter devriminin etkileri, Türkiye sınırlarına vardığında artık çok geçti. Bu noktada entelektüeller ve proleter kesim içinde sosyalist bilinci en gelişkin, en şehirleşmiş azınlıklardan olan Ermeniler, toplu olarak katledilip, soykırıma uğradılar. Cumhuriyetin kurulmasıyla, bunu yeni kemalist milliyetçiliğin Rumları Anadolu'dan kovması izledi. Sonuç olarak içlerinde sosyalist örgütlerin kuvvetli biçimde kök saldığı bu azınlıklarla birlikte, sosyalist gelenek de neredeyse tümüyle Anadolu'dan silindi. Sovyetler'de, sürgünde kurulan TKP de kemalistler tarafından kanlı bir biçimde bastırıldı ve parti Türkiye'de kök salamadan militanlarının önemli bir kesimi katledildi, sürgünler ve hapislerle cezalandırıldı.
Bu tarihsel sebebin yanında, Türkiye solunun politik tavır belirlemesini zorlaştıran temel sebeplerden biri savaşan taraflarda soğuk savaştakine benzer bir ideolojik netlik görememeleridir. Dün, Soğuk Savaş döneminde burjuva solu şu ya da bu devleti desteklerken bunların dünyadaki emperyalist kutuplaşmada durduğu konuma göre kendi konumunu belirleyebiliyordu. Batı bloğu karşısında Doğu bloğunu ya da ‘3. Dünyayı’ desteklemek vs. gibi.
Sonuç olarak, Türkiye kapitalist devletinin kapitalizmin emperyalist çöküş döneminin şafağında gelişmesi, Türkiye'de solu her zaman yerel-ulusal bir eğilim olarak hizaladı. Sosyalist hareket proletaryanın enternasyonal ihtiyaçları ve hedeflerini gözeten değil, yerel koşullar ve ulusal ihtiyaçlar çerçevesinde şekillenen bir perspektife sahip oldu. Ukrayna-Rusya savaşı karşısında Türkiye'de solun aldığı konumlar, bu milli-burjuva perspektifin bütün niteliklerini açığa çıkarıyor. Bu tavırlar kendi içlerinde çelişkili olsalar da, temel olarak hepsinin niteliği milliyetçilik ve proleter devrim perspektifinin eksikliğidir.
Daha belirgin biçimde güncel tavırları incelersek, Türkiye solunun üç pozisyon etrafında toplaştığı görülebilir:
1. Rusya Yanlısı Sol
Türkiye solunda mevcut savaşa dair en belirgin tavır, açık ya da örtük, pasifist bir maskeye bürünmüş biçimleriyle Rusya yanlısı tavır demek mümkün. Dolayısıyla bu yönüyle ağırlığı Ukrayna yanlısı olan batı solundan farklılaştığını söyleyebiliriz. Türkiye solundaki Rusya yanlısı tutumun argümanları ise Rusya devletinin resmi argümanları ile hemen hemen aynı. Bu kesim Rusya'nın Ukrayna saldırısını 'meşru müdafaa' olarak görüyor, NATO ve ABD'nin Rusya'ya karşı agresif çizgisini Rusya'yı savunmak için yeterli gerekçe olarak kabul ediyor. Rusya yanlısı Türkiye solu, Rusya'nın anti-faşist bir savaş yürüttüğü ve Donbass'taki 'Halk Cumhuriyetlerini' savunduğu gibi uydurma argümanları da sorgusuz sualsiz kabul ediyor ve yayıyor.
Rusya devlet propagandasını olduğu gibi kabul eden pro-Rusya solun tavrına yol açan iki önemli yaklaşım olduğu söylenebilir:
1-İlk olarak Türkiye'nin ulusal çıkarlarının Rusya'nın güçlenmesinde yattığına yönelik bir perspektif. Bunlar arasında en belirgini devletle açıkça iç içe geçtiğini gizlemeyen ve AKP hükümetini bile destekleyen Vatan Partisi ve onun etrafında öbekleşen ulusalcı eğilim. 'Avrasyacılık'a yakın olan Vatan Partisi çizgisi, Türkiye ile Rusya arasındaki diplomatik, askeri ve ticari ilişkilerin sürdürülmesi için aktif çaba gösteriyor, Rusya'ya yarı resmi diplomatik geziler organize ediyor ve görüldüğü kadarıyla ordu ve bürokrasi içerisinde kimi destekçileri de mevcut.
2-Ama Rusya yanlısı sol, Vatan Partisi çizgisiyle sınırlı değil. Özellikle Stalinist ve hatta kimi Troçkist ekipler arasında da bu tutum oldukça yaygın. Bunlar Rusya'nın emperyalist olmadığını, emperyalizmin mağduru olduğunu savunurken bir tür Stalinist ‘reel-sosyalist’ Rusya nostaljisininden de beslenen, irrasyonel ve burjuva milliyetçisi bir eğilimi temsil ediyorlar. Doğrudan Türkiye Devleti'nin ulusal çıkarları değil NATO ve ABD karşıtı pozisyonundan ötürü Rusya’nın desteklenmesi gerektiğini savunuyorlar. Bu çizgi, emperyalizmi sadece NATO etrafında şekillendirerek, onun kapitalist üretim ilişkileri bağlamında orataya çıktığı gerçeğini görmüyor.
2. Ukrayna Yanlısı Sol
Batıya kıyaslandığında, açık Ukrayna yanlısı sol Türkiye'de oldukça küçük bir eğilimi temsil ediyor. Bunlar tıpkı Donbass bölgesindeki Rusların bir 'ulusal kurtuluş savaşı verdiğini' savunan Rusya yanlısı sol gibi, Ukrayna'nın bir 'ulusal kurtuluş savaşı' verdiğini savunuyor. Ukrayna yanlısı sol arasında esas olarak kimi Troçkist, anarşist ve liberaller bulunuyor. En belirgin figürlerden biri, sansasyonel ve kendinden menkul bir tür anarşist 'şöhret' edinmiş olan Gün Zileli diyebiliriz. Vatan Partisi'nin şefi Doğu Perinçek'in Maoist olduğu dönemde onun sağ kolu olan Zileli, 80 darbesinden sonra hareketten uzaklaşıp çeşitli sol eğilimlerle flört ettikten sonra anarşist olduğunu açıkladı. Ama Maoizmden kalan yüzeysel anti-Sovyet/anti-Rusya çizgisini asla terk etmedi. Zileli, 2014'teki olaylarda Ukrayna'daki neo-nazileri desteklediği gibi, bugün de anarşistleri Ukrayna'nın kurtuluşu için 'tıpkı Mahno'nun yaptığı' gibi savaşmaya çağırıyor. Etki alanı sınırlı olsa bile, ana akım burjuva medyasında yazı yazabilen, kitaplarını tanınan yayınevleriden çıkarabilen Zileli'nin tümüyle etkisiz bir figür olduğu söylenemez. Ama bu tip bir Ukrayna yanlısı şovenizmin etki alanı yine de çok sınırlı. Bu sınırlılığın temel sebebi, Türkiye'nin ulusal çıkarlarının açıkça Ukrayna yanlısı NATO çizgisiyle örtüşmemesidir.
Türkiye’de batıdaki Ukrayna yanlısı sola benzer tavrı en belirgin bir biçimde kimi Troçkist gruplar arasında görüyoruz. “Süper güç” Ruysa ve “şeytan” Putin karşısında “mazlum” Ukrayna devletini savunma tavrı, Troçkistlerin tarihsel varolma biçimi olan ehveni şer adına bir şeyleri savunma geleneğinin bir parçasıdır.
3. Pasifist Sol
Türkiye burjuva solunda daha karmaşık ama en yaygın tavır ise pasifizmdir. 'Barış' sloganını öne çıkaran solun tutumu birbiriyle çelişki içerisinde çok sayıda eğilimi gizliyor ve bunlar temel olarak farklı ulusal ve burjuva tavırları perdelemek amacıyla kullanılıyor.
-'TARAFSIZLIK'
Temelde Türkiye ulusal sermayesinin çıkarlarıyla en çok örtüşen tavrı bu tarafsızlık konumu oluşturuyor. Elbette Türkiye milli sermayesi, gerek Ukrayna gerekse de Rusya ile çelişkili biçimde kimi çıkar ortaklıkları ve çatışmalarına sahip. Örneğin, Türkiye askeri sanayii Ukrayna'ya insansız hava araçları sağlıyor. Ruslar ile tıpkı Suriye'de olduğu gibi ya da Kırım konusundan aşina olduğumuz çatışmalı stratejik konumları bulunuyor. Buna karşın, Türkiye aynı zamanda dönem dönem Rusya militarizmine yüzünü dönebiliyor. Bunun en belirgin örneği olarak, 15 Temmuz sonrasında Türkiye'nin Rusya'dan S-400 füzeleri almasını gösterebiliriz. Dolayısıyla Türkiye ulusal sermayesinin çıkarları ve uluslararası pozisyonu her noktada tam olarak ABD ile örtüşmediği gibi, çıkarları ABD ile çatıştığında da Rusya'yla geçici ortaklıklara girebiliyor.
Dolayısıyla savaşan iki taraf arasındaki denge konumunun ya da sözde 'tarafsızlığın', ana akım solda örtük bir destek gördüğünü ve buna pasifist bir 'barış' söyleminin eşlik ettiğini söylemek mümkün. Bu tavrın örneklerinden biri kemalist muhalefet partisi CHP'nin savaş karşısındaki konumunda somutlaşıyor.
Ne var ki, emperyalist dönemde bir devletin savaşan devletler karşısındaki tarafsızlığı, emperyalist savaşa karşı olmak anlamına gelmiyor. Tersine, sadece ulusal sermayenin mevcut fiili savaştan doğrudan çıkar sağlamadığı, ama ikiyüzlü bir şekilde yine de savaşan tarafları desteklediği durumlara bir örnek oluşturuyor.
-UTANGAÇ DESTEKÇİLİK
Ukrayna ya da Rusya yanlısı kimi tavırların zaman zaman pasifist sloganlar altında gizlendiğini görebiliyoruz. Örneğin Ukrayna milliyetçiliğinin destekçisi Gün Zileli, pasifist bir 'aydınlar bildirgesinin' altına imza atabiliyor. Ya da çeşitli sebeplerden dolayı mevcut Rusya yönetimine mesafeli olduğu için pasifist sloganların arkasına gizlenen TKP gibi Stalinist partilerin kadroları, Rusya yanlılıklarını gizlemek için pek az çaba gösteriyor. Rusya ya da Ukrayna kapitalist devletlerine yönelik 'utangaç destekçilik' denebilecek bu tavrın altında, savaşan tarafların hepsini açıkça anti-komünist olması yatıyor. Örneğin Putin Ukrayna devletinin varlığının sebebi olarak Lenin'i suçlarken, yürüttükleri savaşın gerekçelerine nazizmle birlikte komünizmi de dahil ederek bunu 'aşırılıkçılık karşıtı' bir savaş olarak adlandırmıştı. Elbette özellikle kimi Stalinistler bu durum karşısında açıkça Rusya yanlısı bir tavır takınmakta güçlük çekiyor. Bu durum karşısında ise, utangaç veya açık şovenizmi gizleyen sloganlar arkasına gizleniyorlar.
- MİLLİYETÇİ VE NİHİLİST KAYITSIZLIK
Solda pasifizmin yaygın olmasının diğer bir sebebi ise dar ufuklu bir yerelcilik ve milliyetçilik eğilimi. Sahiplendiği ulusal-milli sınırların ötesindeki gelişmelere karşı nihilistçe duyarsızlığıyla gurur duyan bu milliyetçi dar ufukluluk kendisini pasifist hatta ilk bakışta enternasyonalist gibi gözüken bir maskenin arkasına gizleyebiliyor. Türkiye solunun önemli kısmı bu eğilim altında toplanabilir.
Solun genel olarak dünya kapitalizmine karşı kayıtsızlığının arkasında Türkiye solunun milli konular dışındaki 'dış politika' sorunlarını 'gerçek' yani 'milli' konular haricindeki sorunları ikincil konular olarak görme eğilimi yatıyor. Bu durum burjuva solunun küçük burjuva dar ufukluluğunun bir başka ifadesi.
-EGEMENLERİN BARIŞ İÇİN BİR ARAYA GELEBİLECEĞİ YANILSAMASI
Türkiye milli solunun hemen hemen bütün eğilimleri bu savaşın ‘emperyalist’ bir savaş olduğunu lafta kabul etmesine rağmen, hemen ardından ya, yukarıdaki örneklerde görüldüğü gibi Ukrayna veya Rusya yanlısı bir tavır almakta ya da çelişkili biçimde ‘barış’ sloganını öne sürmektedir.
Pasifist sloganların bir diğer formu ise emperyalist-kapitalist devletleri 'sorunları diplomatik yollarla' çözmeye çağıran bir tür liberal-pasifizm.Bunun en somut örneklerinden birisi HDP'nin tavrı. HDP savaşın ilk günlerinde sorunun 'diplomatik yollarla ' çözümü için çağrıda bulunmuştu. Birleşmiş Milletler gibi, kendisi bizzat 2. Dünya Savaşı sonrası emperyalist dengeyi yansıtan kurumları göreve çağıran bu görüş, liberalizmin en yavaN argümanlarını yeniden üreterek esasında daha güçlü olduğu için ‘daha meşru’ ve ‘saygın’ olduğu kabul edilen ABD emperyalizminin kullandığı ‘hümanist’ propaganda dilini sorgulamadan yeniden üretiyor.1
4. Milli Solun Sınıf İşbirlikçiliği
Türkiye milli sermaye solu, kendi içindeki farklılıklarına rağmen yine de bir arada hareket edebilmekte ya da bir yerde karşı çıktığına başka yerde destek verebilmektedir. Buna sayısız örnek verebiliriz: Ukrayna'yı destekleyen kimi Troçkistler veya Gün Zileli gibi anarşistler sözde 'barış' yanlışı bir tarafsızlığı savunan Stalinist TİP gibi veya HDP gibi örgütler içerisinde hareket ederken, yine bunları destekleyen ve içerisinde bulunan Stalinist çevreler veya bileşenleri de Rusya'yı destekleyebiliyor.2 Ya da 'enternasyonalist' olduğunu savunan kimi kesimler, yine bu şovenist Ukrayna veya Rusya yanlısı kesimlerle, çekinmeden birlikte 'barış' eylemleri düzenleyebiliyor.
Bütün bu karmaşa ve çelişkiler yumağı, milli sermaye solunun politik karakterinden kaynaklanıyor. Milli sermaye solu dediğimiz Stalinist, Troçkist, sosyal demokrat, Kemalist, kimi anarşist vb. ne olduğu belirsiz bu garip güruhun temel hareket noktasını proletaryanın çıkarları oluşturmuyor. Bunların kalkış noktası öncelikle ülke ve halk dedikleri belirsiz bir tarih dışı, nostaljik özne. Proletarya milli sermaye solunun perspektifinde ancak romantik bir rol, bir tür estetik nesne, bir garibanlar yığını olarak görülüyor. Milli sermaye solu, alicenaplığıyla kendi ülkesindeki proleterlere bir kere iktidara geldiğinde çeşitli yardımlar ve hizmetler sunmaya gönüllü olduğunu söylüyor ve şüphesiz bu çevreleri destekleyenlerin önemli bir kısmı buna gönülden inanıyor da olabilir. Ama kritik ve ayırt edici olan şey, milli sermaye solunun dünya proletaryasını tarihin bir öznesi olarak görmemesidir. Proletarya, bu 'sol' için bir zavallılar yığını, tarihin yardıma muhtaç mağdurlarıdır ve aynı ölçüde tarihin esas özneleri ise sermaye ve burjuva kurumlarıdır: yani burjuva hukuku, küçük burjuva örgütleri, ordular ve genel olarak bu sınıfın nihai iktidar organı olarak ulus devletler. Tıpkı diğer burjuva politik eğilimler gibi, sermaye solu için de, tarihin öznesi olarak kabul ettiği burjuva sınıfının kurumları içerisindeki iktidar yürüyüşünde proleterlere düşen, seçimlerde onlara oy vermek, ulusal savaşlarda asker olarak ölmek ve en önemlisi de, değer üretimi için ücretli işi sürdürmektir.
Burada ortaklaşan milli solun örgütleri için elbette uluslararası savaşlar karşısındaki ayrışan konumlar ancak önemsiz bir ayrıntı, geçici bir ayrılık sebebi olabilir. Kimisi Ukrayna'yı, kimisi Rusya'yı bir başkası da 'tarafsızlıkçı' bir pozisyonu destekleyebilir ama yarın ulusal seçimlerde yine bir blok olarak birleşebilir ve proletaryayı CHP veya HDP gibi daha merkez partilere çekmek üzere birlikte hareket edebileceklerdir. Milli sermaye solunun nihai hedefi, proletaryayı daha makul standartlarda da olsa, ulusal ölçekte sömürülen bir sınıf olarak tutmak ve onun mücadelesini burjuva siyaseti alanının dışına çıkmasını engellemektir.
III. ENTERNASYONALİST KOMÜNİST SOL
Eğer milli-sermaye solu açık biçimde proletaryaya karşı şu ya da bu emperyalist gücü destekliyorsa, enternasyonalist-komünist bir perspektifi kim savunuyor? Sadece sol komünistler. Elbette çeşitli anarşist örgüt veya gruplar da bu savaşta açıkça enternasyonalist tavır aldılar ama bu proleter enternasyonalizmini dünya çapında örgütlenmiş ve merkezileşmiş bir biçimde savunmayı önüne bir hedef olarak koyanlar yalnızca sol komünistlerdir.
Enternasyonalist sol komünistlerin emperyalist savaşa dair tavrı,
1. Dünya Savaşında 2. Enternasyonal'in çözülerek başat partilerinin (özellike Fransa ve Almanya Sosyal Demokrat partilerinin) kendi ulusal sermayelerini desteklemesi karşısında Bolşevikler, Hollandalı de Tribune grubu, Almanya'daki Bremen Solu gibi enternasyonalistlerin çizgisini izler.
Ayın şekilde, 2. Dünya Savaşında da Komünist Enternasyonal'in yozlaşması ve Rusya devletinin kontrolüne girmesinin ardından, İtalyan, Hollanda ve Almanya Komünist Solları bu enternasyonalist geleneği sürdürmüştür.
Bugün Marksist enternasyonalist geleneği sadece Komünist Sol'un dünya çapındaki örgütleri yaşatmaktadır ve bunların perspektifi Türkiye milli solununki ile uzlaşmaz bir şekilde ayrılmıştır.
Komünist Sol ve sermaye solu arasında çok derin ilkesel farklılıklar vardır, ama emperyalist savaş bağlamında vurgulanması gereken en önemli farklar şunlardır:
Enternasyonalist Komünistler bütün tarihsel sorunlara dünya çapında, genel bir perspektiften bakar, sermaye solu ise ulusal-yerel, kısmi bir perspektife sahiptir.
Sermaye solu dünyaya ulusal gözlüklerle bakar. Onun ufku, tıpkı savunduğu sınıfın çıkarları gibi, ulus merkezlidir. Ukrayna ve Rusya arasındaki savaşa baktığında da bu yüzden şu ya da bu ulusun perspektifine ayrıcalık tanır. Türkiye solunun da Ukrayna ya da Rusya’ya yönelik açık veya örtük desteğinin, savaş karşısındaki kayıtsızlığının veya anlamsız pasifist bir ‘barış’ sloganı arkasına gizlenmesinin sebebi budur. Çünkü sorunları ancak kısmi biçimde, yerel ya da ulusal ölçekte kavrayabilen burjuvazinin tarihsel mirasını, düşünce tarzını devralmıştır.
Bunun karşısında, enternasyonalist komünistler, yani komünist sol, sadece savaş sorununa değil bütün sorunlara proleter bir perspektiften bakar. Bu yüzden başlangıç noktası ulus değil, bütün dünyadır. Çünkü tarihsel olarak proletarya ‘ulusal’ bir sınıf değil, tarihte ilk kez çıkarları, politik hedefleri, örgütlenmesi dünya çapında olan, bir dünya sınıfıdır. Çünkü çıkarları kapitalizmin aşılmasında yatan proletarya, bunları ancak ulusal sınırları aşarak dünya çapında çözebilir.
Feodal toplumsal ilişkilerin kapitalist pazarın büyümesine engel oluşturan dağınık ve kısıtlayıcı izleri önce ulus devlet modeli ile ortadan kaldırılmış, sonrasında da kapitalizmin dar ulusal pazarı aşma çabası proletaryayı dünya ölçeğinde gelişimine sebep olmuştur. Ne var ki, burjuvazi, kozasında geliştiği ulusal devletin çerçevesi ve çıkarlarının gerektirdiği yayılma ihtiyacı ile bu devletin dar kısmi bakış açısı arasındaki çelişkiyi aşamaz. Proletarya ise bir dünya sınıfı olarak, dünyayı saran bir yaratık ile, sermayeyle karşı karşıyadır ve sermayenin yarattığı küresel sorunları yine dünya çapında çözmek zorunda olan bir sınıftır. Varlığıyla bizzat kapitalist çelişkilerin ürünüdür ve bu çelişkilere verilmiş fiili bir cevaptır.
Proletarya bir göçmenler sınıfı olarak doğmuş, daha ilk başta ulusal ve yerel bağları aşarak, dünya çapında bir gelişim çizgisi izlemiştir. Çıkarları daha patronların işçileri bastırmak için komşu ülkelerden işçi getirmeye çalıştığı, tarihteki ilk ekonomik grevlerden beri enternasyonal olmuştur. Patronların işçileri bölme çabalarına karşı, proletarya daha ilk politik mücadele sahnesine çıktığı 19. yüzyılda bile, ulusal sınırlar çerçevesinde bir mücadeleyle kendisini sınırlandırmayacağını görmüş ve Marx ile Engels’in liderliğinde 1. Enternasyonal’i kurmuştur. 1. Enternasyonal’in kuruluş konuşmasında Marx, işçi sınıfının kendisini uluslararası politikanın gizemlerinde ustalaşması gerektiğinden bahsetmiş ve böyle bir uluslararası politikanın oluşturulmasının ‘işçi sınıfların genel kurtuluş mücadelesinin parçası olduğunu’ söylemiştir:
Uluslararası politikanın gizemlerinde ustalaşmak işçi sınıflarının görevidir; farklı hükümetlerin diplomatik eylemlerini takip etmek, gerektiğinde bütün güçleriyle bunlara karşı tepki vermek, bunları engellemeye gücü yetmediğinde ise eş güdümlü biçimde bunları mahkum etmek…
Görüldüğü gibi uluslararası eşgüdüm içerisinde devletlerin eylemlerine tepki vermek daha 1860’larda, 1. Enternasyonal için bile proletaryanın temel bir eylem perspektifi olarak tanımlanmıştı. Ne var ki bu dönemde henüz proletarya, perspektif olarak enternasyonalist olmakla birlikte, dünyanın her yerinde henüz olgunlaşmış bir sınıf olarak şekillenmemişti. Ama bu durum, Marx gibi komünistler açısından 1. Enternasyonal’in oluşmasına bir engel olarak görülmemişti. Yukarıda belirtildiği gibi proletaryanın enternasyonalizmi, onun kimliğinin oluşmasında, özgürlük mücadelesinde zorunlu bir ilkeydi. Yine 1. Enternasyonal’in bir deklerasyonu bunu şu şekilde açıklıyordu:
Sermayenin gücü karşısında insan bireyinin gücü ortadan kalkmıştır, fabrikada işçi makinanın bir dişlisinden başka bir şey değildir artık. Bireyselliğini yeniden kazanabilmesi için, işçinin diğerleriyle birleşmesi, hayatını ve ücretlerini savunabilmek için örgütlenmesi gerekir. Bugüne kadar bu örgütler tümüyle yerel kalmış, bu arada sermayenin gücü ise, endüstriyel keşifler sayesinde gün be gün artmıştır; dahası birçok durumda ulusal örgütler etkisizdir: İngiliz işçi sınıfının verdiği mücadelelerin bir incelemesi, patronların işçilere karşı mücadele etmek için yurt dışından işçi getirdiğini ya da üretimi emek gücünün daha ucuz olduğu ülkelere kaydırdığını gösterir. Bu durum karşısında, eğer işçi sınıfı mücadelesini başarı ile yürütmek istiyorsa, ulusal örgütlerini enternasyonal örgütlere dönüştürmek zorundadır.
Görüldüğü gibi kapitalist ekonominin farklı uluslara yayılma ve gelişme eğilimi, ona içkin bu çelişik süreç, bizzat işçi sınıfını en temel gündelik çıkarlarını savunabilmek için dahi enternasyonalist düşünmeye ve eylemeye zorlar. Bu durum işçi sınıfı için millet ve ulus kavramlarını savunulamaz, çıkarlarıyla çelişen, düşman sınıfın kavramları kılmaktadır. Marx’ın kapitalist ulus odaklı bir ekonomik kavrayışı eleştirdiği metinlerinden birinde de belirttiği gibi:
İşçinin milliyeti ne Fransız, ne İngiliz, ne Almandır, onun milliyeti emektir, özgür köleliktir, kendini pazarlamaktır. Onun hükümeti ne Fransız, ne İngiliz, ne de Almandır, onun hükümeti sermayedir. Onun memleket havası ne Fransız, ne Alman, ne İngilizdir, fabrika havasıdır. Ona ait olan ne Fransız, ne İngiliz, ne de Alman toprağıdır, ayaklarının birkaç metre altındaki topraktır… Tekil burjuva diğerlerine karşı ne kadar savaşsa da, bir sınıf olarak burjuvazinin çıkarları ortaktır ve ülke içerisinde proletaryaya karşı yönelmiş bu çıkar topluluğu ülke dışında da diğer ulusların burjuvalarına karşıdır. Burjuvazinin milliyet-ulus dediği işte budur.3
Benzer şekilde, Engels de ulus kavramının burjuvaziye ait olduğunu, ancak onun çıkarlarına hizmet edebileceğini, buna karşılık proletaryanın ulus temelinde kendi bağımsız çıkarlarını asla savunamayacağını belirtmiştir:
her ülkenin burjuvazisinin kendi özel çıkarları vardır ve bu çıkarlar onun için en önemli şey olduğundan, hiçbir zaman ulusalcılığı aşamaz... Ancak tüm ülkelerdeki proleterlerin çıkarları bir ve aynıdır, düşmanları bir ve aynıdır, mücadeleleri bir ve aynıdır. Büyük proleter kitleleri, doğaları gereği, ulusal önyargılardan uzaktır, tüm eğilimleri ve hareketleri temelde insancıldır, ulusalcılık karşıtıdır. Milliyetçiliği yalnızca proleterler yok edebilir, farklı uluslar arasında kardeşleşmeyi yalnızca uyanmakta olan proletarya yaratabilir.4
Marx ve Engels’in çözümlemeleri sonraki kuşak Enternasyonalistler tarafından da savunulmuş ve geliştirilmiştir. 1. Dünya Savaşı sırasında Bolşevikler ile birlikte Zimmerwald Solu’nun ilk dünya çapında enternasyonalist dergisi olan Vorbote’nin de (ki bu dergi sonraki Komünist Enternasyonal’in merkezi yayının öncülü sayılabilir) editörlüğünü yapan Anton Pannekoek de, milliyetçiliğin proletarya için bütün öteki egemen sınıf ideolojilerinden farklı rolünün altını çizmiştir. Pannekoek’e göre milliyetçilik sermayenin başat ideolojisidir ve önceki egemen sınıf ideolojilerinden çok daha tehlikelidir. Pannekoek:
İşçilerin sadece kendi içlerindeki bütün milliyetçi geleneği yok etmesi yetmez, aynı zamanda yanılgılardan kaçınabilmek için onun düşman sınıf içindeki gücünü de kavramaları gerekir. Milliyetçilik, modern koşullar altında giderek sönümlenen geçmiş zamanların geleneği olarak süren ideolojilerden değildir. O gücünü sürekli verimli bir ekonomik zeminden alan, canlı bir ideolojidir, kavganın ortasında düşmanın bayrağı olarak durur.5
Ukrayna sorununa yaklaşırken de komünist sol önüne bu öncüllerden hareketle, savaşın dünya işçi sınıfını nasıl etkileyeceği, dünya işçi sınıfının nasıl tepki vermesi gerektiği sorularını ele alır. Çünkü proletarya bir 'ulusal' sınıf değildir. Proletarya dünya çapında gelişmiş bir sınıftır. Onun ulusal-ayrık çıkarları yoktur. Burjuvazinin tersine proletarya bir ulus veya devlet ile çıkar bütünlüğü içerisinde olamaz. Bu yüzden, Marx ve Engels'in Manifesto'da belirttiği gibi, ''Komünistlerin öteki proletarya partilerinden tek ayrıldıkları nokta, bir yandan proleterlerin çeşitli ulusal mücadeleleri içinde, tüm proletaryanın ulusallıktan bağımsız ortak çıkarlarını öne getirerek geçerli kılmaları, öbür yandan da burjuvazi ile proletarya arasında yürüyen mücadelede her zaman hareketin bütününün çıkarlarını temsil ediyor olmalarıdır.''
Bunun pratikteki anlamı nedir? Komünist Sol bu tavrı nasıl uygular? Öncelikle komünist sol hiçbir soruna asla ulusal bir açıdan yaklaşmaz: hiçbir savaşı, hiçbir tarihsel gelişmeyi, proletaryayı ilgilendiren hiçbir sorunu onun enternasyonal çıkarları ve onun mücadelesinin dünya çapındaki ihtiyaçlarından koparmaz. Eğer bugün kapitalizm, ulusal kapitalist devletler arası emperyalist rekabeti gerektiren bir tarihsel evrede, yani emperyalizmde, insanlığı topyekün bir yıkım ile karşı karşıya getiriyorsa, bu durumda proletaryanın çıkarları da bütün kapitalist devletler karşısında, dünyanın her yerinde bir ve aynı demektir: sermayeye karşı ve proleter devrimden yana. Pratikte komünist sol bu tavrı dünyanın her yanında emperyalist savaşa karşı proletaryanın enternasyonalist çıkarlarını savunarak, en küçük grevden en büyük kitle eylemine, her yerde, artan hayat pahalılığından savaşlara, ulusal ve ayrık gibi görünen olgular ve bunlara karşı mücadelelerin nasıl birbiriyle ilişkili olduğunu, nasıl çöken kapitalizmin her yerde militarizmi ve savaşları körüklediğini, bunun nasıl proletaryayı ölüme, sefalete ve yoksulluğa ittiğini, bütün bunların içsel ilişkilerini göstererek yapar. Komünist Sol proletaryanın ihtiyaçları çerçevesinde en net ve tutarlı enternasyonalist tavrı savunmayı hedefler. Sermaye solu ve sağının ürettiği yanılsamalarla savaşırken işçi sınıfının hiçbir ulusal veya milli çıkarı olmadığını açıkça ortaya koyar.
Sermaye solu emperyalizmi bir ülkenin başka bir ülkeye karşı saldırganlığı, bir tür agresif dış politika olarak kavrarken, enternasyonalistler emperyalizmi kapitalizmin tarihsel bir aşaması, onun çöküş içine girdiği tarihsel dönemin bir ifadesi olarak görür.
Sermaye solu, sanki proletarya savaşan farklı kapitalist ülkeler arasında ahlaki bir 'haklılık' terazisine göre tavır almalıymış gibi, hangi ülkenin daha 'mağdur', hangisinin diğerinin 'saldırganlığının nesnesi' olduğuna dair nafile bir tartışma yürütüyor. Buna göre kimileri Rusya'nın daha mağdur olduğunu, çünkü onun ABD tarafından köşeye sıkıştırıldığını, diğerleri aslında en mağdurun Ukrayna olduğunu çünkü fiili işgale uğradığını söylüyor. Stalinistlerin önemli bir kesimi, Avrasyacılar gibi, Donbass Halk Cumhuriyetlerini esasında Ukrayna saldırganlığına daha 2014'teki ilk müdahaleden beri maruz olduğunu ve dolayısıyla esas ve en mağdur olanın bu 'cumhuriyetcikler' olduğunu söylüyor.
Sermeraye solunun içerisinden çıkamadığı bu mağduriyet labirentinin esas mimarı dünya kapitalizmidir. Rusya, Ukrayna, ABD veya AB... bütün bunları birbirine karşı hareket ettiren tek güç karşısında kapitalist rekabetin karşı konulamaz, yamyamca yasaları karşısında çaresiz kuklalardır. Tıpkı insan etini bir kere tattıktan sonra geri dönülmez biçimde canavarlaşan insanları anlatan kuzey Amerika yerlilerinin miti Wendigo’da olduğu gibi, kapitalist devletler de sömürüyü sürdürmek için militarist rekabetten kaçamazlar. Örneğin; Eğer ABD Rusya'ya karşı agresif tutumunu sürdüremezse nüfuz alanını kaybetme ve Avrupa'daki askeri üstünlüğünü yitirme riskiyle yüz yüze gelir. Eğer Rusya Ukrayna'ya karşı saldırgan tutum takınmazsa, kendisini askeri açıdan zayıf bir konuma itilmiş bulacaktır. Eğer Ukrayna Rusya'nın saldırganlığına tepki vermezse, Rusya tarafından yutulmak veya belki ikiye bölünmek tehdidiyle karşı karşıya kalır. Sonuç olarak bütün bu ulusal kapitalist devletler varlıklarını sürdürebilmek, sömürdükleri proleter kitleler üzerindeki egemenliklerini korumak, dünya pazarında var olabilmek için birbirlerine saldırmak zorundadır. Dünya kapitalizmi devletleri birbirine karşı kışkırtan bu çelişkileri kaçınılmaz olarak üretir. Emperyalizm işte bu yamyamca rekabetin adıdır.
Elbette burjuva solunun yüzeyselliği, emperyalizmi salt şu ya da bu devletin agresif bir dış politika izlemesi olarak kavraması, güçlü bir devlet karşısında zayıfı desteklemesi vb. gibi tavırları onu saçma sapan teoriler üretmeye iter. Masum ve suçlu devletler arayışındaki burjuva solu savaş ve emperyalizm gibi olguları açıklayamaz. Burjuva solu tarihsel sorunlara tek boyutlu normatif hatta
sansasyonel bir biçimde, duygu sömürüsü üzerinden yaklaşır, onları çözümleyemez. Daha doğrusu çözümlemez, çünkü amacı bu değildir; sermaye solunun savaşlarda tavır alırken amacı desteklediği burjuva devletin veya klikin çıkarlarını kitleler gözünde meşrulaştırmaktır. Bu yüzden sermaye solu kimi Marksistlerin çalışmalarından ilgisiz, tali ya da yanlış ve net olmayan kısımları tarihsel bağlamlarından koparır ve komplolara dönüştürür.
Türkiye milli sermaye solunun özellikle faşistlerle iç içe geçmiş Perinçekçilere benzeyen kesimleri bunu emperyalizmi ırklar-arası bir rekabet olarak tanımlayarak yapar. Bunlar tarihsel olguların üstünü örtmek, savaşın sınıfsal dinamiklerini muğlaklaştırmak ve işçi sınıfını milli sermayenin arkasına dizmek için açıkça ya da örtük bir anti-semitizmi kucaklamaktan bile çekinmez. Bunlar yamyam devlet aygıtının en kana susamış, en azgın ve aç kesimini açıkça destekler.
Milli solun teorik zayıflığı ve Marksizmi deforme etmek üzere ‘teoriyi modernleştirme’ mazeretini kullanan bir başka kesimi ise emperyalizm kavramının kendisinden bile utanç duyarak kaçarlar. Bunlar da sığınmak için ‘yeni’ ve ‘orijinal’ kavramlar arayışıyla son moda teorilerle Marksizmi eklektik bir biçimde harmanlamaya çalışır.
Buna karşılık komünist sol ise Marksist bir emperyalizm kavramsallaştırması sunar. Bu kavramsallaştırmanın kökenleri 1. Dünya Savaşının şafağında 2. Enternasyonal’in sol kanadında geliştirilen tartışmalara uzanmaktadır.6 Bu yaklaşım ilk olarak emperyalizmi bir devletin saldırgan veya fetihçi bir politikasının rastlantısal bir ürünü olarak gören yaklaşımı kökünden red eder. Emperyalizm ne tarihsel bağlamdan kopuk biçimde, güçlü bir devletin zayıf devlete karşı saldırganlığı ne de ırklar ya da kültürlerarası bir rekabet olarak tanımlanabilir. Bukharin, 1917’de yayınlanan emperyalizm üzerine çalışmasında bunu net biçimde çürütür. Bukharin şöyle yazmıştır:
Günümüz literatüründe sözüm ona iki emperyalizm teorisi vardır. Modern fetih politikası, ırklar mücadelesi olarak anlaşılabilir. ‘Slav’ veya ‘Cermen’ vs gibi ırkların hakimiyet mücadelesi verdikleri düşünülür ve ırklara göre fazilet ve kötülükler bu ırklara hasredilir. Bu teori eski ve vulger olmasına rağmen, önyargılı bir şekilde varlığını sürdürmüştür. Çünkü finans kapitalin devlet örgütünün çıkarları için, eski psikolojik oluşumun artıklarından direkt olarak yararlanmak isteyen hakim sınıfların arasında, ‘ulusal’ bilincin gelişmesini, uygun bir zaman olarak bulmaktadır… (Bu teori) Açıkça yanlış olmasına rağmen, basın ve üniversitelerde ilgi görmüş ve geliştirilmiştir. Bunun tek nedeni vardır. O da sermaye hazretlerine yarar sağlamasıdır. Doğrusunu söylemek gerekirse, ‘çeşitli ırklar’ militarist devletin demir yumruğuyla birleştiği ve bütünleştiği ölçüde daha az vulger görüntü veren ve fakat bölgesel psikolojik teoriyi geliştirecek, daha çok savunulabilecek bir durum ortaya çıkar. ‘Irk’ kelimesinin yerine burada onun yerini alabilen ‘Orta Avrupa’, ‘Amerika’ ve ‘insanlık’ kavramı kullanılmıştır. Bu teori gerçeklerden de uzaktır. Modern toplumun temel karakteristiğini, sınıf yapısını inkar etmekte ve toplumun üst katmanlarının sınıf çıkarları, güya ‘bütünün’ genel çıkarlarıymışçasına ortaya konmaktadır.
Burada Bukharin 1. Dünya Savaşı bağlamında ittifak ve düşmanlıkların nasıl ırksal veya etnik bir karakterden uzak olduğunu göstererek bu saçma teoriyi kolayca çürütür. Bu ırksal, etnik vs ‘açıklamalar’ 1. Dünya Savaşı dönemine has değildir ve günümüzde de geçerlidir. Rusya’daki savaşı ‘Rus saldırganlığı’ veya Rus ulusal karakteriyle açıklamaya yönelik çokça teori sözde ‘saygın’ ve ırkçılıktan uzak batılı aydınlar tarafından kullanıldığı gibi, ‘batının Rus düşmanlığı’ da aynı saçmalık düzeyinde emperyalizme gerekçe olarak sunulmaktadır. Dolayısıyla Bukharin’in eleştirisi hâlâ geçerlidir.
Bukharin bu tip ırksal teorilerin eleştirisini geliştirdikten sonra da ikinci burjuva emperyalizm kavramsallaştırmasına, yani emperyalizmin güçlü bir devletin agresif dış politika izlemesi örneğine geçer. Bukharin şöyle devam eder:
Emperyalizmin çok daha yaygın bir diğer teorisi, emperyalizmi genelde fetih politikası olarak tanımlamaktadır. Bu açıdan ele alındığında, Büyük İskender’in, İspanyol fatihlerinin, Kartaca’nın III. İvan’in, eski Roma ve günümüz Amerika’sının, Napolyon ve Hindenburg’un emperyalist olduğundan söz edilebilir. Sade bir teori olsa da, tamamıyla yanlıştır. Yanlıştır çünkü her şeyi içine alarak hiçbir şeyi açıklayamaz hale gelir.
Bukharin’in burada işaret ettiği tek başına bir savaşın fetih için mi yoksa savunma için mi verildiği üzerine yürütülen tartışmanın kaçınılmaz olarak savaşın hangi üretim biçimi tarafından, ne şekilde üretildiğini tamamen görmezden geldiğidir. Bu açıdan bir savaşın fetih savaşı olup olmadığı tamamen ikincil bir olgudur. Günümüzde bir savaşı emperyalist savaş yapan şey, onu kapitalist rekabetin tarihsel ve özel bir formu olmasından ileri gelir. Kapitalizmin önceki dönemlerine kıyasla günümüzdeki emperyalist savaşlar, kapitalist devletler arasında gerçekleşmekte, önceki üretim biçimlerinin yerine kapitalizmi geçirmek için değil, bizzat çoktan kapitalist ilişkilerin hakim olduğu alanlarda, kapitalist üretici güçleri yıkan savaşlardır. Bu niteliği emperyalist savaşlara, önceki dönemlere kıyasla çok daha büyük bir ölümcüllük ve yıkıcılık verdiği gibi, emperyalist savaşın neden tümüyle gerici olduğunu da açıklamaktadır. Bu savaşlarda bir bütün olarak kapitalist üretimi biçiminin sürdürülmesi için yine kapitalist ülkeler yıkılmaktadır: emperyalizm çağında kapitalizm artık kendi üzerinde bile yamyamlaşmıştır. Bu noktada artık bütün devletler gericidir.
Bukharin’den birkaç yıl önce, yine 1. Dünya Savaşı sırasında, Rosa Luxemburg da emperyalizmin tekil ülke egemen sınıflarının politik bir tercihi değil, kapitalizmin eriştiği olgunlaşmanın dayattığı, kaçınılmaz bir sonuç olduğunu şöyle ifade etmişti:
Bugünkü emperyalist ortamda savunmacı ulusal savaşlar imkansızdır. Bu tarihsel çerçeve içinde, dünya girdabının ortasında, politikalarını tek bir ulusun bakış açısına göre inşa etmeye çalışan bütün sosyalist siyasetler kumdan bir temel üzerine kurulmuş demektir… Emperyalizm, bir devletin ya da herhangi bir devlet grubunun eseri değildir. Emperyalizm, sermayenin dünyadaki gelişiminin belli bir olgunlaşma düzeyinin ürünüdür, özünde uluslararası bir durum, ancak bütün ilişkileri içinde kavranabilecek olan bölünemez bir bütündür ve hiçbir ülke bundan istese de kaçamaz… Bugün ulus, emperyalist hedefleri örten bir örtüdür, emperyalist çatışmalarda bir savaş çığlığıdır, emperyalist savaşlarda kitleleri ölüme gitmeye ikna etmeye yarayan ideolojik bir araçtır.8
Nihayet bugün çeşitli zayıflıkları ve muğlaklıkları çeşitli emperyalist savaşlarda bir tarafı diğerine karşı desteklemek için cımbızlanan Lenin’in ‘Emperyalizm’ broşürü de özü bakımından kapitalizmin emperyalist dönemde dünya çapında gerici olduğunu teslim etmek konusunda yine de nettir. Lenin 1916’da yazdığı bu metinde şöyle diyordu:
'Burjuva iktisatçılarının modern kapitalizmi anlatırken sık sık "iç içe geçme", "tek başınalığın ortadan kalkması" vs. gibi deyimler ve sözler kullandıklarını belirtmek çok öğretici olacaktır; ... Bu "iç içe geçme" sözcüğü ne demek acaba? ''bu "iç içe"liğin temelinde yatan, onun temelini oluşturan şey, değişen toplumsal üretim ilişkileridir. Büyük bir işletme, kitlesel verilerin tam hesabı temelinde planlı bir şekilde onlarca milyon insan için gerekli bütün hammaddenin üçte ikisinin ya da dörtte üçünün teminini 'örgütleyen dev bir işletme olduğunda; bu hammaddeler sistemli ve örgütlü bir biçimde bazen birbirinden yüzlerce, binlerce Verst(uzunluk biçimi, 1.1 kilometre) uzaklıktaki en uygun üretim yerlerine ulaştırılıyorsa; çeşitli mamul maddelerin yapımına kadar hammaddenin birbirini izleyen işlenme evreleri bir merkez tarafından yönetiliyorsa; bu ürünler, tek bir plan dahilinde on milyonlarca, yüz milyonlarca tüketiciye dağıtılıyorsa ...bu durumda artık basitçe 'iç içe geçmişlikten' öte üretimin sosyalleşmesi evresine vardığımız ortaya çıkar. [Bu noktada] artık [sosyalleşmiş] içeriğine uymayan bir kabuk haline gelmiş olan özel ekonomik ilişkiler ve özel mülkiyet ilişkilerinin yıkımı yapay olarak geciktirilirse bu kabuk kesinlikle çürüyecektir; [bu kabuk] oldukça uzun süre bu çürüme durumunu (en kötü ihtimalle de oportünizm çıbanının tedavisinin uzun zaman alması halinde) sürdürebilir, ama kaçınılmaz olarak atılacaktır.
Kısacası hem Bukharin hem Lenin hem de Luxemburg için ve sonrasında da Komünist Enternasyonali kuracak olan bütün enternasyonalistler açısından 1914 tarihin yeni bir döneminin açıldığının işaretidir. Komünist Enternasyonal bunu savaşlar ve devrimler çağı olarak tanımlamıştır. Bu çağda artık kapitalizm bütün dünyada gericidir ve bunun en somut göstergesi de kapitalistler arası rekabetin aldığı biçimdir: emperyalist savaşlar.
Sermaye solu uluslararası barışı savunurken, enternasyonalist komünistler emperyalist dönemde uluslararası kalıcı barışların olamayacağını gösterir.
Burjuva solunun önemli bir kesimi proleter çözümü 'hayalcilik' olarak görür, oysa enternasyonalist komünistlere göre proleter devrim sadece olanaklı değil gereklidir, mevcut tarihsel anda kapitalizmden ve savaşlardan çıkışın tek tarihsel yoludur.
1916’da Bolşevikler şöyle diyordu: ‘’Zimmerwald ilk adımı attı… ‘Vatan savunması’ emperyalizm çıkarını savunmak için halk kitlelerini mobilize etmek üzere bütün ülkelerde burjuvazi ve sosyal şovenistlerin kullandığı bir slogandır - bu slogan zamanımızın büyük yalanıdır. Şimdi ikinci adımı atmak gerekiyor. Pasifizme karşı ileri çıkmak gerekiyor. Köleci hükümetlerin sağlayacağı emperyalist barış kitlelere mevcut savaşın gerçek niteliğine dair birşey söylüyor. Sosyal şovenistlerin kitleleri tekrar kandırmasını engellemek gerekiyor.’’
Benzer biçimde Komünist Enternasyonal daha 1919’daki ilk kuruluş kongresinde, bugün Birleşmiş Milletler’in atası olan Milletler Ligi gibi kapitalist ulus devletleri bir araya getiren kurumları reddetmişti. Komintern bu kongrede, Milletler Ligi gibi yapıları destekleyen Sosyal Demokratlara karşıt olarak ‘Milletler Ligi için propaganda işçi sınıfının devrimci bilincini bulandırmanın en iyi aracıdır’ diyecek ve ‘Devrimci işçi cumhuriyetleri Enternasyonali şeklindeki slogan yerine, proletarya ve burjuvazinin ittifakı yoluyla ulaşılacak kendinden menkul demokrasilerin uluslararası birliği’ fikrini reddedecekti. Komintern 3. Kongresinde Milletler Ligi ve benzeri yapıları pasifizm adına savunanlar için ‘hümanitaryen ve anti-devrimci pasifizm militarizmin bir yedek gücü haline gelmiştir’ diyecekti.
Peki, savaşa karşı proletaryanın çözümü nedir? Komünist Sol’a göre bu ancak dünya komünist devrimi olabilir. Eğer emperyalizm, bütün devletleri yamyamca bir savaş ve yağma politikasına iten, aşırı olgunlaşmış bir kapitalizmin ürettiği çelişkiler ise, bu durumda Ukrayna’daki gibi emperyalist savaşları ancak kapitalizmin yıkımı durdurabilir. Kapitalist toplumda çıkarları kapitalizmin yıkımında yatan tek sınıf proletarya olduğuna göre, bu tip bir devrimci kalkışmayı ancak dünya proletaryası birlik içerisinde gerçekleştirebilir. Herman Görter, bunu yalın biçimde, daha emperyalist dönemin şafağında şu şekilde ifade etmiştir:
...dünya tarihinde ilk kez bütün enternasyonal proletarya hem barış hem de savaş döneminde emperyalizm yüzünden birleşmiş ve ancak bütün dünya burjuvazisine karşı verilebilecek bir mücadelede bir bütün olmuştur.9
Sermaye solu proletaryanın bağımsız örgütleri yerine ulusal ölçekli örgütleri geçirmeyi hedefler, enternasyonalist komünistler ise bağımsız ve ilkeli komünist örgütler aracılığıyla tavizsiz bir enternasyonalizm için mücadele eder.
Sermaye solu ile enternasyonalist komünistleri birbirinden ayıran en önemli farklardan biri de milliyetçi hezeyanlar karşısındaki tavırlarıdır. Enternasyonalist komünistler, enternasyonalist ilkelerini savunurken politik yalıtılmışlıkla karşılaştıklarında geri adım atmazlar. Bu tavrın en somut örneği Birinci Dünya Savaşı sırasında Spartakistler, Bolşevikler ve Hollanda ya da Bremen Sol Kanatlarının, çok küçük bir azınlık olmalarına rağmen ısrarla proletaryaya gerçeği söylemeleri, etkisi çok sınırlı ufak bir azınlık olmalarına rağmen asla proletaryaya ihanet etmeme tavrıyla en belirgin örneklerinden birini vermiştir. Bu dönemde birçok sosyalist lider kendi ulusal devletlerini desteklemiş, kimi Marksistler ise, 2. Enternasyonal örgütlerinin şovenist ihaneti karşısında daha 'kabul edilebilir' veya 'makul' görünen pasifist sloganları benimseye yönelmiştir.
Kitlelerden kopmamak gibi ucuz bir mazerete sığınan sosyal demokratlara karşı Rosa Luxemburg 'Sınıf bilinçli proletaryanın öncüsü Sosyal Demokrasi'nin vermesi gereken gülünç yönergeler ve teknik tarifler değil, siyasi sloganlar, proletaryanın savaş zamanındaki siyasal sorunlarına ve çıkarlarına ilişkin açıklıktır.' demiştir10 O dönem gelişmiş olan bu ayrım, bugün de sermaye solu ile komünist sol arasındaki en keskin ayrım noktalarından birini oluşturur. Sermaye solu proletaryayı devrimci bir sınıf olarak kabul etmez, topluma egemen olan burjuva önyargıları, burjuvazinin maddi egemenliğinin sonucu değil, kitlelerin ‘cehaletinin’, ‘geriliğinin’, ‘içgüdülerinin’ vs. sonucu sayar. Marksizmden uzak bu tip varsayımlar sermaye solcuları için egemen sınıfın ehveni şer gördükleri kesimlerine teslim olmak için yeterli gerekçedir. Oysa gericiliğin ve şovenizmin kitlelerden değil egemen sınıftan kaynaklandığını, savaşın ve militarizmin de yine kapitalist ulus devletler açısından zorunlu olduğu gören komünist sol, tavrını belirlerken kitlelerin anlık zayıflıklarını temel almaz. Komünist sol elindeki bütün güçlerle ve dünya çapında proleter kitleleri, onların hayatlarını tehdit eden emperyalizme karşı mücadeleye çağırır. Bunu da Luxemburg’un ifade ettiği gibi, çözümlerinin netliği ile yapar, kitleleri aldatan makyavelist ‘siyaset’ oyunları ile değil.
Örneğin, 1917’de 1. Dünya Savaşının üçüncü yılında ve Rus Devriminin şafağında Rosa Luxemburg'un çok yakın arkadaşı Mathilde Wurm, kitlelerin enternasyonalistlerin çağrıları karşısında görünüşteki tepkisizliğinden yakınıp, Luxemburg'u pasifistlere karşı sert tutumu yüzünden eleştirmiştir. Luxemburg'un cevabı ise şu olmuştur:
Benim 'durduğum yer budur - geri adım atmam' sloganımı eleştiriyorsun. Senin argümanın ise şu: bu iyi hoş ama insanlar böyle bir kahramanlık için fazla zayıf ve korkak, bu yüzden de taktikler onların zayıflığına uyarlanmalı.... Ne kadar dar bir tarihsel perspektif bu kuzum! İnsan psikolojisinden daha değişken bir şey yoktur. Çünkü tıpkı Thalatta gibi, kitlelerin bilinci de uykudaki her tür potansiyeli bağrında taşıyan sonsuz bir denizdir: ölümcül sessizliğin yanında öfkeli fırtınalar, en adice korkaklık ve en delice kahramanlık. Kitleler hep zamanın koşulları gereği ne olmaları gerekiyorsa odurlar ve her zaman görünüşte oldukları şeyden tamamen başka bir şeye dönüşmenin eşiğindedirler. Sadece okyanusun anlık görünümüne bakarak gemisinin rotasını belirleyen, gökteki ve okyanusun derinlerindeki işaretlere aldırmayan bir kaptana pek de parlak denemez. Benim küçük kızım, ‘kitlelerden yana hayal kırıklığına uğramak’ her zaman bir siyasi liderde bulunabilecek en menfur niteliktir. Büyüklük özelliğine sahip bir lider taktiklerini her zaman, kitlelerin anlık haleti ruhiyesine göre değil, gelişimin yüksek yasalarına göre belirler ve bütün hayal kırıklıklarına rağmen bu taktiklere sıkı sıkıya tutunur, ve gerisini de soğukkanlılıkla tarihin olgunlaştırmasına izin verir.11
Burada Luxemburg’un tekil bir liderden değil bir örgütsel tutumdan, kolektif bir liderlik olarak devrimcilerin örgütünden bahsettiğini kabul edersek bu çözümleme tümüyle enternasyonalist Marksist perspektifle uyumludur. Üstelik bu kısa pasaj, Luxemburg’un kendiliğindenciliği mitinin de çürütmektedir. Luxemburg gibi enternasyonalistler, 1. Dünya Savaşı gibi, güçlü bir şovenist dalganın bütün dünyayı dört yıl boyunca işçileri birbirlerini cephede sermaye ve emperyalizm için öldürmeye ittiği bu karanlık atmosferde, Enternasyonal’in çökmesine ve onun en büyük partilerin ihanetine rağmen, adeta Rusya ve Almanya’da başlayacak devrimleri haber vermektedir. Onu ikna eden basit bir inat ya da başka türlü kişisel özellikleri değildi elbette. Luxemburg’un buradaki dayanak noktası Marksist çözümlemenin haklılığına ikna olmuş olmasıdır.
Bu kararlılığı ve netliği koruyabilmek için komünist sol ulusal örgütler kurmaz. Daha başından itibaren komünist solun perspektifi dünya çapında örgütler kurmasıdır. Burjuva solu gibi lokalist, ulusal vs örgütleri 2. Enternasyonali dejenere eden örgütsel çerçevenin, artık işlevsiz bir mirası olarak red eder. Komünist sol her türlü milliyetçi yüzey akıntısı karşısında kararlılıkla proletaryanın birliğini bizzat kendi enternasyonalist örgütsel kavrayışıyla savunur.
IV. ENTERNASYONALİST KOMÜNİSTLER KİMLERDİR?
Bugün gerçek, tutarlı ve tavizsiz enternasyonalistler esas olarak Komünist Sol'un örgütlerinden oluşmaktadır. Bunlar haricinde mevcut savaşta enternasyonalist tavır alanlar arasında sadece kimi anarşist grupları saymak mümkün. Bu anarşistler arasında en tutarlısı Rusya anarko-sendikalistlerinin örgütü olan KRAS'tır. Rusya'daki anarko-sendikalistlerin örgütü olan KRAS, savaşın başında yayınladığı bildirisinde açıkça enternasyonalist bir tavır almış ve dünya kapitalizminin tümüne karşı proletaryanın enternasyonalist çıkarlarını savunmuştur. Türkiye'de KRAS gibi enternasyonalist bir çizgiyi ise sadece Yeryüzü Postası isimli anarşist-komünist grup savunmuştur. Bu onurlu istisnayı da burada saymak gerekir. 12
Komünist Sol içerisinde enternasyonalizmi savunan, dünya çapında örgütlenme perspektifini benimsemiş belli başlı örgütler ise şunlardır:
Enternasyonal Komünist Akım
Enternasyonalist Komünist Eğilim
Enternasyonal Komünist Parti adını paylaşan Bordigist eğilimler.
Bugün dünya çapında örgütlü sol komünistler, tıpkı 1. Dünya Savaşında Zimmerwald Solu’nun olduğu gibi küçük bir grup. Yine tıpkı 1. Dünya Savaşında olduğu gibi, bugün de enternasyonalistler arasında önemli farklılıklar mevcut ve bugün de komünist sol arasındaki ayrımları küçümseyerek bunları yekpare bir bütün gibi sunmak büyük bir hata olacaktır.
Bugün enternasyonalistler arasındaki önemli ayrımlar nelerdir?
1. Enternasyonal Komünist Akım (EKA) - Zimmerwald Solu ruhuyla enternasyonalistlerin birliği
EKA savaşın başından beri çeşitli yayın ve bildirileriyle Ukrayna ve Rusya arasındaki savaşın emperyalist karakterini vurguladı. Bu doğrultuda EKA çeşitli dillerde online ve yüz yüze açık toplantılar gerçekleştirdi. Bunlardan biri de Türkçe oldu. Bu toplantıların bir özetine dair şu yazıya bakılabilir:
Çeşitli yazılarıyla EKA, komünist sol içerisinde tek başına savunduğu kapitalizminin 1990’larla birlikte çöküş evresi içerisinde yeni bir faza, ‘çürüme evresine’ girmiş olduğu tezi doğrultusunda bir çözümleme geliştirdi13. EKA, kapitalizmin bir dünya savaşına doğru gidişi ihtimalinin emperyalist bloklar oluşması önündeki zorluklar başta olmak üzere, çeşitli sebeplerle henüz net biçimde ufukta belirmediğini savunuyor. Ama bu durum EKA’ya göre kapitalizmin yine de kaotik bir çöküş ve militarist gerilimlere gebe olmadığı anlamına gelmiyor. Tersine, EKA’ya göre, proleter alternatif kendisini açık biçimde ortaya koymakta zorlandığı bu çürüme evresinde, emperyalist gerilimler, savaşlar ve kaos, bir dünya savaşı biçiminde olmasa bile bir o kadar tehlikeli bir durumu derinleşiyor. EKA’nın Ukrayna savaşı bağlamında bu tavrını geliştirdiği kimi yazılar için aşağıdaki linklere bakılabilir:
‘’ABD, Rusya, AB, Ukrayna… tüm devletler bu savaştan sorumludur!’’: https://tr.internationalism.org/content/533/abd-rusya-ab-ukrayna-tum-devletler-bu-savastan-sorumludur
‘’Egemen Sınıf Savaş Sunağında Fedakarlık Talep Ediyor’’: https://tr.internationalism.org/content/531/egemen-sinif-savas-sunaginda-fedakarliklar-talep-ediyor
Emperyalist Savaşa Karşı Sınıf Savaşı! | Enternasyonal Komünist Akım
Ukrayna: Doğu Avrupa'da askeri geriliminin tırmanışı üzerine | Enternasyonal Komünist Akım
Bunun yanında EKA, Ukrayna’da savaşın başladığı andan itibaren Komünist Sol’un güçlerinin savaşa karşı dünya çapında ortak bir tepki vermesi gerektiğini savunması ve bunun için çaba göstermesi bakımından Komünist Sol’un diğer örgütlerinden ayrışıyor. EKA’ya göre Komünist Sol’un örgütleri arasındaki farklar oportunist biçimde yok sayılmaksızın, savaşa karşı, tıpkı 1915 ve 1916’da Zimmerwald Sol’unun yaptığı gibi14, enternasyonalist çizgiyi proletaryanın önüne birleşik bir biçimde getirmek proletaryanın bir sorumluluğu. EKA’nın bu doğrultudaki çabalarının meyvesi, çeşitli yerel-ulusal sol komünist gruplar dışında bir yankı bulamadı. Bunun sonucunda yine de ortaya çıkan bildiri aşağıdaki oldu:
2. Enternasyonalist Komünist Eğilim (EKE) - ‘Savaşa Karşı Sınıf Savaşı’ Sloganı Odaklı Kampanya
Savaşın emperyalist karakterine ve proleter enternasyonalizmine işaret etmekle birlikte, EKE, savaşın bir dünya savaşına dönüşme riskini vurgulayarak EKA’dan ayrılmaktadır. Buna karşılık temel ilkeler düzeyinde EKE ve EKA uzlaşmaktadır. EKE’nin mevcut savaşa dair analizini geliştirdiği kimi metinler Türkçe’ye çevirildi. Bunlar görebildiğimiz kadarıyla şunlardır:
Ukrayna’da Savaş: Küresel bir Ekonomik Krizde Emperyalist Rekabet https://www.leftcom.org/tr/articles/2022-03-13/ukrayna
Milliyetçilik ve Enternasyonalizm https://akintiyakarsi.wixsite.com/anasayfa/post/milliyet%C3%A7ilik-ve-enternasyonalizm-cwo
Bunun dışında EKE’yi EKA’dan ayıran en önemli tavır, EKE’nin komünist sol’un merkezi ve enternasyonal ortak bir deklarasyonunu desteklemeyi reddetmesidir. EKE’ye göre EKA’nın bu yöndeki çabaları, komünist solun sayısal zayıflığı vb. sebeplerle proletarya içerisinde yankı bulması zor olacaktır. Komünist Sol’un savaş karşısında enternasyonalist birliğinin gerekliliğini ve mümkünlüğünü reddeden EKE, yine de dünya çapında aktif olduğu bölgelerde yerel kampanyalar düzenlemeyi tercih ediyor. Bu kampanyalarda EKE, anarko-sendikalistler veya komünist sola dahil olmayan çeşitli birey ve çevrelerle de olsa eylemsel birliktelikler kuruyor. EKE’nin bu stratejisi çeşitli ülke ve şehirlerde kurduğu ‘No War But The Class War’ (NWBCW) adlı gruplarda somutlaşıyor. Daha önce Irak Savaşı sırasında da anarşistlerle benzeri ‘cephe’ kurma girişimlerinde bulunan EKE’nin tavrını şu metin özetliyor:
‘No War But The Class War - Hareket Geçmek İçin Bir Çağrı’
EKE’nin doğrultusunda Türkiye’de bir NWBCW grubu şu metni paylaşmıştır:
3. Enternasyonal Komünist Parti(ler) (EntKP) - Savaşa Karşı Bordigistler
Komünist Sol geleneğinden gelmekle birlikte EKA ve EKE’den farklı olarak, sadece İtalyan Solu geleneğini sahiplenen ve 3. Enternasyonal’in yozlaşmasına karşı diğer belli başlı partilerde gelişmiş olan (Almanya, Hollanda, Bulgaristan ve Britanya’da KAP, Rusya’da İşçi Grubu gibi) sol kanatları reddeden eğilimlere biz genel olarak Bordigistler diyoruz. Bordigistler’in özellikle Alman-Hollanda Soluna karşı sekter tavırları onların sendikaların gerici doğası ve ulusal kurtuluş hareketleri konusunda yalpalamalarına neden olmaktadır. Dahası bu sekter tavır bugün, savaş karşısında Bordigistlerin EKA ve EKE’yle tartışma zemininden uzak durması ve dayanışmayı kabul etmemesi sonucunu doğurduğu için daha da vahim bir durum yaratıyor. Yine de Bordigist geleneğin çeşitli partileri Ukrayna’daki savaş karşısında enternasyonalizmden taviz vermemiş ve proletaryanın sınıf çıkarlarını savunmuşlardır.
Bordigist partiler bugün Enternasyonalist Komünist Parti (EntKP) adını paylaşmaktadır. Bunlar arasında Türkçe yayın yapan ise sadece EntKP (Floransa) grubu olmuştur. EntKP (Floransa)’nın Ukrayna’daki savaşa dair çeşitli yayınları şunlardır:
Devlet Orduları ve ‘Halk Direnişi’ İşçi Sınıfına Karşı Kullanılıyor - https://www.international-communist-party.org/OtherLanguages/All_Lang/2022/Ukraine.htm#Tr_2
Kapitalizm Savaştır: Savaşı Durdurmak İçin İşçi Sınıfı Kapitalizmi Devirmelidir - https://www.international-communist-party.org/OtherLanguages/All_Lang/2022/Ukraine.htm#Tr
Farklı dillerde yayınları olan diğer Bordigisler’in yayınlarına ise şuralardan ulaşılabilir:
EntKP (Il Programma): https://www.internationalcommunistparty.org/index.php/en-us/
EntKP (Le Proletaire): https://www.pcint.org/
Sol Komünistlerin sermaye solcularından önemli bir farkı da zayıflık ve zaaflarını proletaryadan gizlememeleridir. Tersine, zayıflıklarını ve hatalarını kabul etmeleri, bunları açık biçimde tartışmaktan çekinmemeleri komünist sol geleneğin temel bir prensibi ve tarihi boyunca uğradığı baskılara ve izolasyona karşı hayatta kalabilmiş olmasının temel sebeplerindendir. Komünist Sol açısından, işçi sınıfı, burjuvazinin aksine, kendi politik örgütlerinin zayıflık ve güçlerini açıkça bilmeli ve tartışmalıdır. Çünkü bir azınlık sınıfı olan burjuvazi için yalan ve manipülasyon iktidarını sürdürmek için her zaman ihtiyaç duyduğu silahlar olacaktır. O kendisini olduğundan güçlü göstermeden, zayıflıklarını gizlemeden çoğunluktaki proletaryaya hükmedemez. Oysa proletarya bilincin sınıfıdır. Proletarya ancak gerçeği olabildiğince net biçimde ve kitlesel olarak kavrarsa, kolektif eylemi içerisinde kurtuluşa doğru yürüyebilir.
Bugün Komünist Sol’un en büyük zaafı, emperyalist savaşa karşı ortak bir tavır geliştirememiş olmasıdır. Bu yönde ilk adımı atan EKA’nın çabaları şimdilik boşa düşmüş gibi görünüyor. Ama yukarıda da gösterildiği gibi, akıntıya karşı yüzmek enternasyonalistler için bütün insanlığı etkileyen bu fırtınada tarihsel bir görevdir. Geçmişte bir avuç enternasyonalist bu görevi yerine getirdiler. Bugün bu görev şimdi bütün dünyadaki sol komünistlere ve bütün kararlı enternasyonalistlere düşüyor.
Hulusi
Notlar
1 HDP’nin açıklaması için: https://hdp.org.tr/tr/ukrayna-da-yasananlar-nato-ve-rusya-arasindaki-egemenlik-mucadelesinin-son-halkasidir/16165/
2 Örneğin HDP ile yakın bir Stalinist yapı olan ESP, HDP’nin pasifist duruşundan farklı olarak, savaşın başında çekingen bir Rusya yanlısı tavır geliştirmiştir. Bakınız: https://twitter.com/ezilenler/status/1496358463676588032
3 Karl Marx, “Draft of an Article on Friedrich List’s book: Das Nationale System der Politischen Oekonomie”, MECW Volume 4
4 Engels, "Londra'daki Uluslar Festivali" (1845)
5 Anton Pannekoek, 'İşçi Konseyleri'
6 Marksist emperyalizm kavramsallaştırmasına dair tarihsel tartışma üzerine: https://tr.internationalism.org/content/emperyalizm-uezerine
8 Rosa Luxemburg, Junius Broşürü
9 H. Görter, "Emperyalizm, Dünya Savaşı ve Sosyal Demokrasi" 1914
10 Junius
11 The Letters of Rosa Luxemburg (Verso, 2011). sf. 374.
12 Yeryüzü Postası KRAS militanlarıyla savaş üzerine yapılmış aşağıdaki mülakatı da çevirmiş ve yayınlamıştır. Bunu tutarlı ve enternasyonalist anarşistlerin tavrına dair çok önemli bir metin olduğu için öneririz: https://www.yeryuzupostasi.org/2022/03/26/ukraynada-savas-rusyadan-enternasyonalist-bir-ses/
13 EKA’nın ‘Çürüme Evresi’ adını verdiği çözümlemeye dair: https://tr.internationalism.org/content/cuerueme-uezerine-tezler
14 EKA, Zimmerwald Solu örneğinden çıkardığı 3 ana dersi şu şekilde özetliyor: Zimmerwald örneği, devrimciler için savaşa karşı mücadelenin üç ayrık ama ilişkili düzeyde gerçekleştiğini gösterir: Propaganda ve ajitasyon: Devrimciler sınıfın hareketlenmesini beklemediler; savaşa karşı ajitasyona, sınıfın tepki verebilmesinden çok önce, çatışmaların başladığı ilk günden başladılar. Devrimcilerin politik örgütler içinde birleşmesi, onların düzenli bir yayın ve kitlesel bildiriler aracılığıyla, ve daha sonrasında yükselen işçi mücadele organları ve konseyler içerisinde seslerini yükselterek propaganda ve ajitasyon geliştirebilmesini sağladı. Devrimciler bunu sadece kendilerini temsil ettikleri tekil bireyler olarak değil, sınıf hareketi içerisindeki belirli bir politik eğilimi temsilen yaptılar. Örgütsel: Eski partilerin çoğunun ihaneti karşısında enternasyonalist azınlıklar, ya hainleri partilerden atmak ya da, çoğunlukla olduğu gibi, bu mümkün olmadığında, sağlıklı unsurları en fazla sayıda kazanmak ve yeni bir partinin, yeni Enternasyonalin temelini hazırlamak üzere mücadele etmek üzere örgütlü bir fraksiyon olarak hareket etmek zorunda kaldı. Bu hem merkezciliğe hem de oportünizme karşı, burjuvazi ve küçük burjuvazinin ideolojik etkisine karşı amansız bir mücadeleyi gerektiriyordu. Böylece özellikle Zimmerwald solu, 1919'da Üçüncü Enternasyonal'in kuruluşunun arkasındaki itici güç haline geldi. Ya savaş ya da yaklaşmakta olan devrim durumunda, Luxemburg, Liebknecht, John McLean ve Sylvia Pankhurst gibi tekil militanların kahramanlıkları, elbette yaşamsal olmakla beraber asla kendine başına yeterli olamazdı. Bunlar ancak net bir politik program etrafındaki kolektif bir örgütlenme çerçevesinde gerçek bir anlama sahip olabilirdi. Teorik: Yeni dönemin özelliklerini kavrama zorunluluğu, sabırlı bir teorik açıklama çalışmasını, geri çekilip bütün durumu geçmişin ve gelecek perspektifinin ışığında yeniden değerlendirme yeteneğini gerektirir. Lenin, Bukharin, Luxemburg, Pannekoek ve diğerlerinin çabaları, sınıfın yeniden ortaya çıkan politik hareketinde yeni bir dönemin, sınıf mücadelesinin doğrudan devrimci hedeflere ulaşmak için yeni biçimler ve yeni yöntemler gerektirdiği bir dönemin doğduğu kavrayışının gelişmesini sağladı. Aralarında bir dizi soruna dair, örneğin Lenin ve Luxemburg arasında ulusların kendi kaderini tayini sorununda olduğu gibi, ciddi ayrışmalar bulunuyordu, ama bu onların daha önce olduğu gibi tutkulu ve yoğun biçimde tartışırken aynı zamanda savaşa karşı ortak bir tavır almasını engellemedi. Kaynak: https://tr.internationalism.org/content/535/enternasyonalizmi-savunmak-icin-vazgecilmez-bir-kaynak-zimmerwald-konferansi
Comments