top of page

Proletaryanın Yeni Bileşenleri: Platform İşçileri



Bu yılın başında tanık olduğumuz peşi sıra gelen fiili, sendika dışı grevler, işçi sınıfının sürekli artan enflasyona karşı ilk tepkisi olarak sınıf mücadelesinin yeniden canlanışının işaretlerini verdi. Bir kitle grevi aşamasına dönemese de, Trendyol çalışanlarının başlattığı grev, yeni ortaya çıkmış sektörleri grev ve sınıfsal mücadele deneyimleriyle tanıştırmıştır. Bu deneyimler ışığında, proletaryanın mücadelesinin ilerlemesi ve bilincinin gelişimi önündeki engelleri ve sorunları görmek, işçi sınıfının kompozisyonu hakkında net bir analize sahip olmayı da gerektiriyor.


Sınıfın kompozisyonuna dair en güncel sorunlardan biri de, özellikle Trendyol gibi internet platformunu kullanan şirketlerin çalışanlarının sınıfsal konumlarının analizidir. Özellikle kurye sektöründe yoğunlaşan (ve başka bir çok sektörde de faaliyet gösteren internet platformlarına dayanan şirketlerde) çalışanların;


a) hukuki bir çerçevede herhangi bir işçi sözleşmesine bağlı olmamaları;


b) kimi durumlarda, yasal olarak "bağımsız girişimci" resmi statüsünde hizmet sağlayıcılar olarak gözükmeleri;


c) yine kimi durumlarda, üretim araçlarının en azından bir kısmına sahip olmaları (bazı Trendyol kuryelerinin kendi araçlarına sahip olmaları ya da başka platform çalışanlarının kişisel bilgisayarları üzerinden çalışmaları gibi);


d) sabit bir iş yerinde yüz yüze kolektif bir şekilde değil, çoğunlukla izole ve-veya hareketli bir şekilde çalışmaları;


e) sektörde parça (teslim edilen üren) başı ücret sisteminin hakim olması gibi hukuki koşullar ve iş ilişkileri, bu çalışanların sınıfsal konumlarına dair özellikle şu iki soruyu beraberinde getirmektedir:


1. Trendyol ve benzeri platform şirketlere 'hizmet sağlayan' (burjuva medyasının kullandığı tabirle) 'esnaf çalışanlar', gerçekten işçi sınıfının birer parçası mı?

2. Bu çalışanların mücadeleleri işçi sınıfı mücadelesi içerisindeki konumu nedir?


Bu soruların sadece Türkiye özelinde ortaya çıkmış sorular olmaması, benzer şirketlerin ve bu yeni çalışma modelinin tüm dünyada var olması ve daha da yaygılaşma olasılığı sebebiyle, komünist bir perspektifle cevaplanmasının tüm dünya işçi sınıfı açısından önemli olduğunu düşünüyoruz.

İnternet platformlarına bağlı olarak çalışanların sınıfsal kompozisyonunu, onların sınıf mücadelesindeki konumunu anlamak için sosyolojik değil Marksist bir çözümlemeye ihtiyacımız var. Daha açık bir ifadeyle, platform işlerinin ve bu işlerde çalışanların gelir durumlarına veya salt iş koşullarına göre kategorize etmek, bize onların sınıf mücadelesindeki tarihsel konumlarına dair pek bir şey söyleyemez. Unutmamalıyız ki proletarya basitçe "ezilen" ya da "sömürülen" bir kategori olmadığı gibi, sömürülmenin kendisi de devrimci bir sınıf olmak için yeterli bir sebep oluşturmaz. Tüm tarih boyunca sömürülen sınıflar arasında sadece proletarya devrimci bir sınıf olmuştur, çünkü sadece proletarya maruz kaldığı sömürüye son verebilmek ve kendisini kurtarabilmek için kapitalizmi bir sınıf olarak dünya çapında aşıp, bütün toplumu baştan aşağı dönüştürmek zorundadır.


Öncelikle, bu yeni platform sektörü çalışanlarının koşulları onların tipik küçük burjuva konumunda olduğu görünümü yaratsa da, bu yüzeysel imge yanıltıcı bir ideolojik perdedir. Hem Trendyol’un, hem de bahsi geçen çalışanlarının kağıt üstünde hizmet satın alan ve hizmet satan olarak yasal açıdan benzer konumda olmaları onların gerçek sınıfsal konumlarını belirlemede yetersiz olacaktır. Aslında, bu çalışma modeli yeni de değildir. Eski bir çok endüstrinin kapanmasıyla veya yer değiştirmesiyle birlikte, kapitalizm ekonomik hayatın yeni merkezi haline gelmeye başlayan hizmet endüstrilerinde bu yeni modeli uygulamaktadır. Bu modeli günümüzde sıkça tanık olduğumuz bilgisayar gibi üretim araçlarının bir kısmına kendisinin sahip olduğu “freelance” (serbest) çalışanların varlığından biliyoruz. Bu yeni modelin adı gig ekonomisidir; İngilizce geçici olan herhangi bir iş anlamına gelebilen gig kelimesinden türemekte olup, 2008 krizini takip eden süreçte fevkalade yaygınlaşan ve COVID dünyasında tüketici mallarına ve en genel anlamda “hizmet”lere erişimi hemen tümüyle zapt etmiş platform ekonomisiyle pek çok açıdan eş karakteristiklere sahiptir.


Bu modelin belki de en ikonik ve ilk örneği olması açısından Uber firması ve çalışanlarının arasındaki pratik sınıfsal çatışmaları inceleyerek anlatabiliriz. Bu modelde Uber sürücüleri sahip oldukları araçlar ile Uber firmasına kağıt üstünde hizmet sunan “girişimciler”, tekil üstleniciler ya da taşeronlar gibi gözükmektedirler. Bu açıdan bakıldığında kendi sahip oldukları araçlar ile çalışıyor olmaları sebebiyle, Uber sürücüleri üretim araçlarının bir kısmına sahiptir. Dahası klasik bir örnek olarak taksicilerin konumuna benzer yapısı ile de Uber sürücülerinin birbirleri arasındaki “rekabet” onların ortak çıkarlarının olmadığı izlenimi yaratmaktadır. Fakat, Uber sürücüleri tipik bir küçük burjuva konumunda olan klasik taksicilerden şu yönüyle temelden ayrışırlar. (Burada taksici ile doğrudan kendi sahibi olduğu taksi için ya da en fazla birkaç taksi plakasına sahip tekil bir birey için çalışan insan grubundan bahsediyoruz. Batı Avrupa’daki gibi yüzlerce taksiye sahip birey ya da firmalar için çalışan taksicilerin doğrudan işçi sınıf üyesi oldukları aşikardır.) Uber, her bir yolculuk başına sürücünün gerçekleştirdiği hizmetten, ülkelere göre değişlik göstermekle birlikte, en az yüzde 25 bir pay alır. İşte bu sürücü tarafından üretilen (yaklaşık) artı-değerin Uber tarafından el konulması, Uber sürücülerinin gerçek sınıfsal konumunu belirlemektedir. Sadece kendi bireysel çıkarları doğrultusunda hareket eden taksicilerin aksine, tüm Uber sürücüleri artı-değer üreterek Uber firması karşısında ortak bir ekonomik konum elde ederler. Bu ortak ekonomik çıkarlar yüzünden, klasik taksicilerin aksine, Uber sürücüleri kollektif hareket etmeden Uber firması karşısında bir kazanım elde edemeyecekleri gerçeğiyle hızlı bir şekilde yüzleşirler. Bu gerçeklik Uber sürücüleri arasında diyalog, tartışma, birliktelik ve bilinç ilerlemesini zorunlu kılarak onları gerçek anlamda işçi sınıfının parçası haline getirir. Trendyol ve benzeri firma çalışanlarının yaptığı fiili grevler tam da bu ortak çıkarların çalışanlar tarafından kavranmasının sonucudur.


Öte yandan, Uber sürücüleri her ne kadar kendi araçlarına sahip gibi görünseler de, bu tüm resmin yanıltıcı bir parçasıdır. Trendyol kuryelerinde olduğu gibi, bu araçların çoğunun banka kredileri ile alınmış olması, çalışanların sırtlarında ömür boyu bile sürebilecek borç yüklerini beraberinde getirerek, onları çaresiz konuma sokmaktadır. Buna mukabil olarak, bir çok ülkede yine Uber gibi uygulama temelli sürücülerin yüzde 85’i net olarak asgari ücretin altında bir gelire sahiptir [Chris Brooks, How New York Taxi Workers Took On Uber and Won]. Ayrıca, sermayenin bu modelde çalışanları hizmet sunan tekil üstleniciler olarak takdim etmesine burjuva hukuku bile aldanmamaktadır. Bugün bir çok Avrupa ülkesinde, Uber firmasının yasal itirazlarına rağmen, Uber sürücülerinin yasal konumu işçi statüsüne çevrilmiştir. Saydığımız tüm bu noktalar Uber sürücülerinin kağıt üstündeki konumunun nasıl da yanıltıcı olduğunun göstermektedir. Esas olarak burada araç sahipliği, Uber gibi platform şirketleri için çalışanların "freelance" olarak tanımlanması sadece sabit sermayenin bakım masraflarını işçinin sırtına yüklemek için kullandığı bir hukuksal maske, bir tür yağma mekanizmasının gizlenmesinden ibarettir.


Yukarıda pratik olarak Uber örneği ile anlatmaya çalıştığımız bu durum, kimi durumda bir küçük burjuva mesleği olan taksiciliğin ve taksicilerin nasıl da büyük şirketlerin kar güdümünde proleterleştiğinin yalın bir tasviridir. Kapitalizmin, tarihi boyunca, küçük burjuva zanaatkarları ve meslek sahiplerini proleterleştirme süreci aşağı yukarı Uber örneğine benzemektedir. Yetenekleriyle olduğu kadar bazı üretim araçlarına sahip olmalarıyla da eskinin küçük burjuva mesleklerinde çalışan serbest avukatlar, mühendisler bugün hukuk bürolarında, fabrikalarda birer proleter olarak karşımıza çıkmaktadırlar.


Aslında tarihsel olarak, kapitalist artı değer üretimi son 200 yıl içerisinde bütün toplumsal dünyayı radikal bir biçimde değiştirdi. Rosa Luxemburg Sermaye Birikimi'nde kapitalizmin neden sürekli genişlemek, kapitalist olmayan çevreyi sermayenin genişlemiş yeniden üretimine katmak üzere diğer toplumsal üretim biçimlerini hızla yıkmak zorunda olduğunu açıklarken, bunun köylülük ve küçük meta üreticiliği üzerinde yıkıcı etkisini çok net bir biçimde açıklamıştı:

“Kapitalist olmayan örgütlenmeler, kapitalizme, gelişebileceği verimli bir toprak oluşturur; daha kesin olmak gerekirse: sermaye, böylesi örgütlenmelerin enkazı üzerinden beslenir ve bu kapitalist olmayan ortam birikim için kaçınılmaz bile olsa, kapitalizm yine de tarihsel olarak, kapitalist ekonomi ile kapitalizm-öncesi üretim yöntemleri arasında yer alan bir metabolizmadır. Bu metabolizma kapitalizm-öncesi üretim biçimleri olmaksızın devam edemez ama bu üretim biçimlerini bozar ve özümler. Bu kapitalist-olmayan örgütlenmelerin yardımı olmadan sermaye birikimi olamaz ama, kapitalizm bu örgütlenmelerin yanı başında varlıklarını sürdürmesine de izin vermez. Sermaye birikimi, bu kapitalist-olmayan örgütlenmelerin sürekli bir sekilde giderek parçalanmasını mümkün kılar sadece.” [sf 319]

Rosa Luxemburg bu sürecin Afrika, ABD ve Çin'deki etkilerini gözlemlerken kapitalizmin basit meta üretimi ve köylü ekonomisini yıkışının genel toplumsal sonuçlarını elbette tahmin edemezdi. Bugün sermayenin özellikle kırsal ve küçük üretici nüfusu yutmasının genel etkilerini tam anlamıyla görebiliyoruz: kapitalist artık değer üretiminin genişlemesi en başta kentlerin kenarlarına yığılmış, iş ve işsizlik arasında gezinen, geçici işlerle hayatını gündelik olarak idame ettirmeye çalışan dev bir artık nüfusun oluşmasına neden oldu.


Öte yandan, Uber ismiyle özdeşleşen ve “uberizasyon” olarak da anılan bu ekonomik modelin ortaya çıkarttığı bu yeni nesil işçi sınıfının karakteri aslında kapitalizmin erken dönem işçi sınıfı karekterine de benzemektedir. Erken dönemde köylüleri zorla mülksüzleştirerek onları proleterleştiren burjuvazi, zanaatkarlar için farklı yöntemler denemiştir. Erken dönem kapitalizmde bir çok tekstil işçisi kendi dikiş ve dokuma makinalarına sahip olan zanaatkarlardan oluşmaktaydı.


Fakat burada şu ayrımı gözetmek önemlidir. Kapitalizmin erken döneminde bahsettiğimiz tekstil işçilerinde olduğu gibi üretim araçlarının bir kısmına (bu salt 'yetenek' veya iş süreci üzerinde kontrol biçiminde de olsa) sahip olan işçiler, işçi sınıfı içinde en kalifiye grubu oluşturarak en yüksek düzeylerde maaş alan proleterleri oluşturuyorlardı. Benzer şekilde eskinin küçük burjuva avukatları bugünün görece iyi maaş ödenen beyaz yakalı işçilerini oluşturabilmektedir. Bugün tanık olduğumuz uberizasyon modeline tabi olan işçi sınıfı kesimleri ise en “kalifiye olmayan” işçi grubunu oluşturmaktadır. Dahası, sermayenin formel egemenliğinin koşullarının ve bazı küçük burjuva meslek gruplarının beyaz yaka adı altında proleterleşmesinin aksine, bahsi geçen uberizasyon ekonomik modelinin nihai amacı hem emek gücü daha ucuz hem de daha atomize bir işçi sınıfı yaratmaktır.

Bu yeni model esas olarak hizmet sunulan şirketin daha fazla kar ihtiyacından kaynaklanmaktadır. Daha açık bir şekilde belirtmek gerekirse, kapitalizmin ardı ardına yarattığı işsizlik ve güvencesizlikteki artış, uberizasyon modelini ön plana çıkarmıştır. İşi örgütlemek için genellikle bir dijital platform kullanılan bu modelde, emek gücü satışı ve bundan doğan belirsizlikler “bireysel girişim” görünümü altında gizlenirken, bu “girişimcilerin” yoksullaşması ve güvencesizliği derinleşmektedir.


Fakat, bu model, aynı zamanda, çalışanların kendilerini işçi ve sömürülen bir sınıfın parçası olarak görmelerini önlemek için burjuvazi tarafından da manipülatif bir ideolojik araç halinde sunulur. Bu model, çalışanlarının kendilerini işçi olarak değil, yeterince sıkı çalışırlarsa şirketle beraber kendilerini de büyütebilecekleri, maaşlarını ve koşullarını iyileştirmek için şirketle bireysel olarak müzakere edebilecekleri bireysel girişimciler olarak görmelerini sağlar.

Uberizasyon modeli sadece küçük burjuva mesleklerin proleterleşmesi sürecini ifade etmez. Uberizasyon ile halihazırda var olan proleter de doğrudan hedef alınır. Bu yönüyle uberizasyon işçi sınıfını atomize ederek, onların greve gitmelerinin önünde de kilit bir engeldir. Çünkü işçi sınıfının atomize edilmesi işçilerin “kendi kendilerini sömürmelerine” yol açarken, kolektif olarak mücadele etme ve kapitalist sömürüye karşı dayanışma yeteneklerine de ket vurmayı amaçlamaktadır. Burjuvazinin bu yeni ekonomik politikaları, hem işçi sınıfı direnişinin eski endüstri merkezlerini parçalamak, hem de çok daha atomize emek biçimleri geliştirmek amacını taşımaktadır. Bu sınıf kimliğine ve bilincine kasıtlı bir saldırıdır. Buna benzer ideolojik manipülasyonları sıklıkla beyaz yakalı işçilerin aslında işçi sınıfının bir parçası olmadığı gibi geçerliliği olmayan argümanlarda da görmekteyiz.

Dahası platform işleri aynı zamanda ek iş olarak da yapılmaktadır. Örneğin Amazon'a bağlı "Mechanical Turk" adlı platform gibi, evden çalışılabilen ve parça başı çok düşük ücretler veren platformlar üzerinden çalışmak batıda oldukça yaygınlaşmış durumda. Birleşik Krallık'ta çalışabilir nüfusun %5'i her hafta en az bir kere bu tip platformlara iş yaptığı belirtilmektedir. Benzer şekilde esas ağırlığı Güney Amerika, Güney ve Doğu Asya'da bulunan ve evden bu tip platformlar için çalışan nüfusun dünya çapında 20 milyonu aştığı belirtilmektedir [Phil Jones, Work Without the Workers].


Bütün bu süreç bize şu olguyu gösteriyor: Kapitalizmin mevcut çöküş evresinde, sermaye işçi sınıfının önemli bir kesimine kendisini yeniden üretebilecek düzeyde bir ücret bile sunamamaktadır. Bu durum kapitalizmin geliştiği ve zanaatkarların proleterleştiği formel egemenlik sürecinden farklı bir yağma sürecine işaret ediyor. Kapitalizmin geliştiği gençlik çağında yani 18. ve 19. yüzyıllarda, sermaye genel olarak kapitalizm dışı ekonomik alanları yağmalar, kapitalizm dışı nüfusları kiralanabilir emek gücüne dönüştürürken, günümüzde söz konusu olan bizzat oluşmuş işçi nüfusunun kendisini yeniden üretemeyeceği kadar ağır biçimde yağmalanmasıdır. Bu durum kapitalizmin gelişiminin sınırına vardığının da bir başka örneğidir. Bu sözde "yeni" sektörler, kiraladıkları proleterlere yaşanabilir bir ücret vermek yerine, onları yaşanamaz ücretlerle ancak geçici, sürdürülmesi çok zor bir gündelik yaşam dayatmaktadır. Bu anlamda artık nüfusu yağmalayan sermaye, esas olarak kendisi en önemli üretici güç olan proletaryayı bizzat yok oluşa sürüklemektedir. İşte platform ekonomisinin işaret ettiği en temel olgulardan biri de budur: Yani kapitalizmin kendi üzerinde dahi yamyamlaşması, insanlığa bir gelecek sunamayan, ömrü dolmuş ve uzatmaları oynayan bir toplumsal örgütlenme biçimine dönüşmesi.


Özellikle platformların ciddi bir kesiminin emperyalist savaşların en yoğun yaşandığı, kapitalist savaşlarla toplumların ağır biçimde çöküşün eşiğine geldiği bölgelerdeki nüfusun sömürüsünde kullanılmasında bu yukarıdaki durumun somutlaşmasını görüyoruz. Örneğin, kimi platform şirketleri (Amazon'un Mechanical Turk'ü gibi), Kenya, Uganda, Hindistan gibi ülkelerde sığınmacıları aktif olarak örgütlemektedir. Lübnan'da Suriyeli mültecilerin sığındığı Şatilla kampında, kimi zaman sığınmacıların erişebildiği tek iş, platform şirketleri için dijital resimlerdeki nesneleri tanımlamaktır [Phil Jones, Work Without the Workers].


Öte yandan, bu modelin işçi sınıfını “bireysel girişim” biçimi altında gizlemesi aynı zamanda bazı pratik avantajları da beraberinde getirmektedir. Hukuki olarak işçi olmayan bu çalışanlar, burjuvazi güdümündeki resmi sendikaların burjuva çıkarlarından da sıyrılmış olurlar. Kollektif mücadelelerinin resmi sendikaların ağır bürokrasisinden bağımsız olması, işçi sınıfının bu yeni kesimini daha hızlı ve doğrudan karar almaya, daha çabuk eyleme girmeye itmektedir. Yılın ilk aylarında tanık olduğumuz kurye ve taşıma sektöründeki eylemler, bunların sayılarının ve örgütlenme kapasitelerinin hızla artması, bu sektör çalışanları üzerinde sendikaların baskısının olmayışının dolaylı bir sonucu olarak da görülebilir. Her ne kadar, ufak ve “bağımsız” sendikalar hızla bu mücadeleleri kendi kontrolleri altına almak için çeşitli manevralar yapsa da, geleneksel sendikalar bu hızla yayılan ve işçi kontrolündeki grevleri çökertmek için fazla hantal kalmaktadır.


Ne var ki, bu pratik avantajlara ve proletaryanın bu yeni fraksiyonunun sayısal olarak genişlemesine rağmen, bu modelin işçilerinin, işçi sınıfının kapitalist sisteme karşı genel mücadelesinde hemen öncü bir rol oynamaları beklenmemelidir. Bunun sebepleri olarak şu noktaları sıralayabiliriz:

(1) Sınıf bilincinin sınıfın bu bileşenlerinde henüz gelişim göstermeye başlamış olması ve de sınıf bilincinin hafızasının korunduğu bileşenlerle kuracakları bağların henüz olgunlaşmaması.

(2) Trendyol gibi bazı gig sektörlerinin çalışanlarının sınıfsal konumu net olmasına rağmen, genel olarak gig ekonomisindeki çalışanların kimi durumlarda küçük burjuva ile iç içe geçen muğlak sınıfsal pozisyonları.

(3) Sürekli yollarda, evden çalışmalarla, atomize olarak bir araya gelmeleri fiziksel açıdan zor oldukları için burjuvazinin hem ekonomik hem de ideolojik saldırıları altında açık hedef olma eğilimleridir.

Proleteryanın öncüsü her zaman en büyük bilinçsel gelişmeyi yaşadığı, ortak emek, mücadeleler ve bunların kolektif örgütlenmesi, yenilgileri ve bunlardan çıkarılabilecek dersler konusunda deneyim kazandığı alanlardaki proleterlerden oluşmaktadır. Bu bakımdan, bu modelin işçileri burjuvanın manipülasyonlarına çok daha açık bir hedef konumunda olmalarından dolayı, tarihsel olgunluktan henüz uzaktırlar. Günümüzde sermaye açısından formel egemenliğinin genişlemesinin bir ifadesi olmasa da, bu sektörler küçük burjuvazi ve proletaryanın arasındaki alanın grileştiği kesimleri oluşturur. Proletaryanın kalbi ise hala sermayenin gerçek egemenliğini sağladığı sektörlerdedir.


Bu gerçekler, ne überizasyon yoluyla sömürülen işçilerin mücadelelerini önemsizleştirir ne de onları sınıfın dışına iter. Tersine bu kesimler, en zayıf kısımlarını bile kendi mücadelesine katmayı başaracak olan proletaryanın en ileri ve deneyimli fraksiyonları tarafından başlatılan bir harekette yer alarak mücadeleyi yükseltirler.


Komünistlerin işçi sınıfının kompozisyonu hakkında net bir analize sahip olmaları ve proletaryanın mücadeleciliğini ve bilincini zorlayan koşulların hızla üstesinden gelineceğini umarak proletaryanın mevcut zayıflıklarını görmezden gelmemeleri önemlidir. Komünistler işçi sınıfının kimliğini yeniden kazanma ve tarihsel göreviyle yeniden bağ kurma zorunluluğunu vurgulamakla yükümlüdürler. Proletaryanın bu en güvencesiz ve tecrit edilmiş kesimleri büyük bir mücadele gösterebilseler bile, kendi başlarına sermaye için gerçek bir tehdit oluşturamazlar. Bugün dijital ulaşım veya dağıtım platformlarının çalışanlarını sınıflandırmamız gerektiği açıktır. Ancak proletaryanın bu fraksiyonunun ortaya çıkışı, dünya proletaryasının en deneyimli fraksiyonlarına emanet edillen tarihsel sorumluluğunun yerini alamaz.

Kamu

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page