top of page

Göçmenlikten Mülteciliğe İşçi Sınıfı



Kapitalizm daha ilk günden köylüleri topraksızlaştırarak, onları kentlerdeki endüstri merkezlerine göç ettirerek emek güçlerini satmaya zorladı, işgal ve fetihler yoluyla da sömürgeci egemenliğini dünya çapında yaymaya başladı. Sonrasında, yüzyıllar boyunca köle avcıları, özellikle Amerika'daki devasa tarım arazilerine ve madenlere ucuz işgücü sağlamak için çoğunlukla Afrika'dan milyonlarca insanı kaçırdı. Kölelik sona erdiğinde ise, madenlerde çalışan birçok kölenin statüleri sözleşmeli işçi olarak değişti. Kapitalizm, yayılması boyunca insanları ya emek güçlerini bir kapitaliste satmaya zorlayarak ya da emek güçlerini çalarak ve onları başka bir kıtada satılacak kölelere dönüştürerek sürekli yerlerinden etti.

İşçilerin zorunlu yer değiştirmesi, yani göçmenlik, kapitalizm için vazgeçilmez bir öneme sahiptir, Lenin’in sözleriyle ifade edecek olursak, “daha önceki toplumsal ekonomi sistemlerinin gerektirmediği bir şeydir.” Kapitalizm, nasıl ki metalar için neredeyse sınırsız bir serbest dolaşıma ihtiyaç duyuyorsa, işgücüne de göçü dayatmaktadır. Kapitalizm "artı değer üreten bir sistemin dayattığı sınırlara kadar, yerkürenin tüm üretici güçlerini kullanabilmek için dünya emek gücünü hiçbir kısıtlama olmaksızın harekete geçirebilmelidir. Ancak bu emek gücü çoğu durumda kapitalizm öncesi geleneksel üretim örgütlenmesine sıkı sıkıya bağlıdır. Sermayenin aktif ordusuna katılabilmesi için öncelikle 'özgür bırakılması' gerekir. Emek gücünün ilkel toplumsal koşullardan kurtulması ve kapitalist ücret sistemi tarafından emilmesi, kapitalizmin vazgeçilmez tarihsel temellerinden biridir." (Sermaye Birikimi, Bölüm 26; Rosa Luxemburg).


Proleterler bu nedenle sürekli hareket etmek, her zaman emek gücünü satacak bir yer aramak zorunda kalırlar. Ücretli çalışan olmak, proleter olmak, büyük ya da küçük mesafeler kat etmek, emek gücünü satabileceği başka ülkelere ya da kıtalara taşınmak zorunda kalmak demektir. İster şiddet yoluyla isterse 'salt' ekonomik zorlama yoluyla olsun, kapitalizm başlangıcından itibaren işgücünü tüm gezegende hareket ettirmeye zorlamıştır. Başka bir deyişle, işçi sınıfı - kapitalizmin koşullarının doğası gereği - bir göçmenler sınıfıdır ve işte tam da bu nedenle işçilerin anavatanı yoktur.


Ne var ki, bugün tanık olduğumuz göçmenlik olgusu artık çok daha trajik bir boyuttadır; kapitalizmin I. Dünya Savaşı’yla birlikte çöküş aşamasına girmesiyle göçmenlik büyük proleter kitleler için artık mülteciliğe dönüşmektedir. Dünya Savaşı'ndan bu yana tüm ülkeler emperyalisttir ve ülkelerin emperyalist çıkarları doğrultusunda son yüzyılda gezegenin dört bir yanında yaşanan bitmek bilmeyen savaşlar, soykırımlar, pogromlar yüzünden proleter kitleler “istenmeyen iş gücü” olarak mültecileşiyorlar. Emperyalist rekabetin yoğunlaşmasıyla birlikte, sınırların ve bölgelerin savunulması da niteliksel olarak değişiyor, tüm ülkeler en iğrenç sınır savunma sistemleri aracılığıyla kendi emperyalist çıkarlarını koruyorlar. Artık savaş mültecilerinin ve çaresiz 'ekonomik' göçmenlerin girişini engellemek için şimdiye kadarki en yüksek ve en uzun duvarlara sahibiz.

Orta Doğu, Afganistan ve Kuzey Afrika'daki savaş bölgelerinden gelen son mülteci dalgası karşısında sınır koruma sistemleri çok daha iğrenç boyutlara ulaşmıştır. Yetkililer mültecileri gözaltına almak ve sınır dışı etmek için her zamankinden daha fazla asker ve malzeme konuşlandırıyor. Mültecilerin geri gönderilmesi için kurulan ileri karakollar Afrika'ya kadar genişletilerek, Afrika'daki mülteci geçiş güzergahlarında sınır kontrolleri kurulması için düzenlemeler yapılıyor.


Dün sanayi ülkelerine zorla göç ettirilen işçiler bugün aynı ülkelerden sınır dışı ediliyorlar. Özellikle Afrika kıtasından zorla alınan kölelerin toplam sayısı 1445-1850 döneminde 10-20 milyon civarındayken, sadece ABD’de son 20 yılda 5 milyondan fazla 'yasadışı' göçmen sınır dışı edilmiştir. (G.W. Bush döneminde yaklaşık 2 milyon, Clinton döneminde yaklaşık 900,000 ve Obama döneminde 2 milyondan fazla). Bu kapitalizmin üretici güçlerin önünde nasıl da bir engele dönüştüğünün yalın bir tasviridir.

"Bugün hiçbir şey, her geçen gün daha da sıkılaşan ve sağlamlaşan, tüm ulusları ve ülkeleri büyük bir bütüne bağlayan ekonomik temel ile ulusları sınır karakolları, gümrük bariyerleri ve militarizm yoluyla yapay bir şekilde bu kadar çok yabancı ve düşmanca bölünmelere ayırmaya çalışan devletlerin siyasi üstyapısı arasındaki çelişki kadar çarpıcı değildir, hiçbir şey bugünün sosyal ve politik yaşamının tüm şekli için bu kadar belirleyici bir öneme sahip değildir." (Rosa Luxemburg, "Introduction to Political Economy", The Complete Works of Rosa Luxemburg Vol. 1, Verso, Londra 2013, s. 121)

Kapitalizm küresel bir ekonomi yaratarak dünya çapında bir insan birliği için gerekli koşulları yaratmıştır. Ancak bunu gerçekleştirmedeki yetersizliği, bugün sınırlarının evrensel olarak tahkim edilmesiyle gözler önüne serilmektedir. İyi niyetli aktivist grupların 'sınırların olmaması' yönündeki çağrıları bu nedenle tamamen ütopiktir. Sınırlar ancak ulus devlet hapishanelerini ortadan kaldıracak olan enternasyonal proleter devrim yoluyla ortadan kaldırılabilir.


Kamu


Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page