top of page

Paul Mattick - 20. Yüzyıl'ın Alacakaranlığında

Ekim devrimi ile zirveye ulaşan proletaryanın devrimci dalgası Alman devrimiyle birlikte 1. Dünya Savaşı’nı durdurabilmişti. Ne var ki, Rusya'da Stalinist karşı devrimle tepe noktasına ulaşan karşı-devrim ile, proletaryanın dünya çapındaki devrimci dalgası önce durdurulmuş, sonra da bitkin durumdaki işçi sınıfının direnci faşizm ile paramparça edilmişti. Tüm bunlar yeni bir dünya savaşıyla 1. Dünya Savaşı’nın açık kalan hesaplarını kapatmak isteyen burjuvazinin işçi sınıfına ölümcül saldırılarıydı. İşte bu karşı-devrim koşullarında yazılmış, Paul Mattick’in var olan grevlere, savaşın arifesinde olan İspanya’ya ve olası dünya savaşına Amerika’nın müdahalesine dair kısa ama oldukça net yazılarını paylaşıyoruz.


Bu yazıların hepsi, Amerika'daki enternasyonalist konsey komünistlerinin yayın organı International Council Correspondence dergisinde yayınlanmıştır. Bu dergide Mattick, Henryk Grossman'ın eleştirisi üzerinden geliştirdiği özgün çöküş teorisine dair çok sayıda inceleme yayınlamış, Anton Pannekoek ile bu konularda çeşitli polemikler geliştirmiş ve sonrasında derginin adı Living Marxism olarak değişmiş, bu dönemde Karl Korsch'un da çeşitli katkıları yayınlanmıştır.


Aşağıdaki metinlerde Mattick'in konseyciliğinin izlerini görmek mümkün. Örneğin ekonomik grevlere yönelik karamsar tavır sadece Mattick'in üzerindeki 1930'lardaki karamsar yenilgi atmosferinin etkisiyle açıklanamaz. Almanya Komünist Solu içerisinde önemli bir eğilim (elbette hepsi değil!) ekonomik grevleri tümüyle reddetmekteydi. Buna karşılık Mattick tam bir reddiyeye yönelmiyor ama yazısının tonunda bunun etkisi yine de görülebiliyor. Şimdilik, bu tip yaklaşımların eleştirisi hem Almanya hem de İtalya komünist solları içerisinde geliştirildiğini söylemekle yetinelim. Almanya ve İtalya komünist sollarının diğer yazıları için sitemizdeki yazılar gözden geçirilebilir.


Öte yandan, Mattick'in emperyalist savaş üzerine yazılarında, konseyci parti karşıtlığının izleri görülse dahi, komünist solun tümünün reddetmeyeceği temel ilkeleri savunduğu görülebilir. Troçkistlerin sahte bir enternasyonalizm maskesi takmış sinsi şovenizmine, Stalinistler ile sosyal demokratların yüzsüz ve açık şovenizmine karşı komünist sol, gerçek proleter enternasyonalizminin tek temsilcisidir. Mattick, işte 20. Yüzyılın alacakaranlığında, karşı-devrimin en derin yıllarında, bütün yalıtılmışlığına rağmen onurlu bir şekilde enternasyonalizm bayrağını yükseltmiş cesur bir devrimcidir. Eleştirilebilecek ya da tartışmalı bütün yönlerine rağmen, Mattick'in bıraktığı bu miras şüphesiz çok değerlidir ve tümüyle dünya proletaryasına aittir.


Derginin özgün İngilizce versiyonlarına ulaşmak için: https://www.aaap.be/Pages/International-Council-Correspondence.html





Paul Mattick - "Grev Dalgası" (International Council Correspondence No.1, Ekim 1934)


Mevcut grev dalgası yenilgiler ve ihanetlerle karakterize edilmiştir. İşçiler, bir yandan yetersiz ve hain örgütler nedeniyle, diğer yandan da kapitalist sınıf ve onun devleti işçilerin zaferine izin vermediği için yenilgiye uğrarlar. Genel kriz döneminde kapitalizm, işçilerin kendi koşullarını iyileştirmeye yönelik her türlü girişimlerine karşı sonuna kadar mücadele etmelidir. İşçilerin zaferi, kapitalizmin konumunu tehlikeye atmak anlamına gelecektir. Her grev pratik olarak peşinen kaybedilir.


Ancak bu, işçilerin yaşam standartlarına yönelik her türlü taarruza karşı savaşma zorunluluğunu ortadan kaldırmaz. Bu mücadelelerin her birinde yer almalı ve işçiyi savaşmaya teşvik etmeliyiz, çünkü mevcut grev dalgası, eksikliklerine rağmen, halihazırdaki tüm "resmi siyasi hareket"lerden daha önemlidir. Bu grevlerin yenilgiye veya ihanete mahkum olması, mücadelenin devrimci değerini azaltmaz. Mevcut işçi hareketi temelinde hiçbir zaferin mümkün olmadığını belirtebiliriz, ancak tüm bu emek mücadelelerinde onların olmalarını istediğimiz gibi değil, oldukları gibi savaşmalıyız. Emek dilencilerinin bu grevleri kendi çıkarları için kullanmalarını engellemek için çaba göstermeliyiz, ki bu da en iyi fiili grev cephesindeki yoğun faaliyet aracılığıyla olur.


Varoluş mücadelesi bugünün mücadelesidir; ve yeni bir toplum için mücadele ancak bu günlük mücadelelerden büyüyebilir. Bu günlük mücadeleler arttıkça, ve işçi sınıfı yenilgilerinden deneyim kazandıkça, mücadelenin niteliği değişir ve mevcut sistemin yıkılmasına doğru giden devrimci bir hal alır. Bir komünist, grevlerin veya ilgili örgütlerin karakterlerini eleştirebilir ve kınayabilir, ancak grevlere katılmalı ve savaşmalıdır, çünkü kapitalizmin gerilemekte olan döneminde devrime giden en kısa yol budur.


Paul Mattick - "İspanya'da Sınıf Mücadelesi" (International Council Correspondence, no.2, Kasım 1934)


Eylül ortasında, İspanya'nın önde gelen burjuva gazetelerinden biri olan "La Nacion", "bu grev faaliyetlerinden ileri gelen tehlikeyle şu vakit ancak açık bir diktatörlüğün kurulmasıyla mücadele edilebileceğini" yazdı. O zamandan beri, hükümetin işçi örgütlerine ve dahi tüm işçi sınıfına karşı artan saldırıları günlere damgasını vurdu. Gösteriler, mitingler, örgütler yasaklandı, basın bastırıldı, seçimler yasa dışı ilan edildi, komünist ve sosyalist vekillerin yerini gerici vekiller aldı. Burjuva basını bir devrimi bahane olarak bularak faşist örgütlerin arkasında duruyordu. Bütün bunlar grev faaliyetini ve bu grevlerin gerçekleştirilmesine vesile olan sonuçları azaltmadı. Ekonomik mücadele bir anda hükümete karşı da bir mücadele haline geldi, çünkü hükümet kapitalistlerinin kârlarını güvence altına almak zorundaydı. Egemen sınıf, işçi sınıfının faaliyetini her ne pahasına olursa olsun durma noktasına getirmeye kararlı, ve büyüyen faşist güçler tarafından desteklenen açık bir diktatörlüğe hazırlanmakta.


Ekim ayının başında grev durumu iç savaşa evrildi. 5 Ekim'de yaklaşık 100 ölüm bildirildi ve takip eden günlerde bu sayı daha da arttı. Hükümet işçilerin ayaklanması olarak adlandırdığı isyanı bastırmak için tüm askeri araçları devreye soktu, ve sonrasında işçileri grev faaliyetlerinden ötürü katletmeye başladı. Madrid'in ve daha küçük pek çok şehrin sokakları savaş alanına döndü. İşçilerin kahramanlıkları, yetersiz silahları karşısında kayda değerdi. "Birliklere herhangi bir şüpheli kişi veya davranış karşısında ateş etme emri verildi". "Silah taşıyan tüm aşırılık yanlıları vurulacaktır!", buyurdu Başbakan. Böyle bir durumda gerçek bir işçi genel grevinin iç savaşla özdeş olduğu gerçeği bir kez daha ortaya çıktı.


Bu meydan kavgasını kullanarak, kısmen Komünist Parti'nin ulusal kendi-kaderini-tayin hakkı sloganlarından destek bulan ayrılıkçı öğeler de kendi özel çıkarları için harekete geçtiler. Katalonya'yı geçici olarak bağımsız bir cumhuriyet ilan ettiler ve İspanya'nın bu bölgesindeki sınıf mücadelesini milliyetçiliğin yoluna saptırdılar.


İşçilerin sorunları net değildi. Farklı örgütsel çıkarları gereği, korkunç bir ideolojik karmaşa içindeydiler. Anarşistler, sendikalistler, komünistler ve sosyalistler, faşistlere ve hükümetin faşistlerine ve faşist tutumuna karşı tek bir cephe içine zorlandılar. Bu ortak düşmana rağmen kendi özel grup çıkarları için kavgaya devam ettiler. Bu, işçilerin gücünü zayıflattı ve aynı zamanda, mücadeleden korkunç bir yenilgiden başka herhangi bir şey çıkacağına dair tüm umutları da ortadan kaldırdı. İşçiler, onları yalnızca, mücadele yoluyla, özellikle de bu tür bir mücadele yoluyla, onları yalnızca İspanya'daki bu feodal-kapitalist sömürü bileşimini yıkmak değil, aynı zamanda düşmanın karşısına tek bir hususta, komünizm hususunda birleşmiş bir işçi sınıfı olarak çıkmak gerektiğini fark ettirecek gerçek çıkarlarını yalnızca mücadeleyle, bilhassa da bu tür bir mücadeleyle kavrayacaklardır. Mevcut sınıf mücadelesi, sınıf bilincinin bugünlerde çabucak somut bir biçim aldığının kanıtı olarak görülebilir. İşçiler, sorunlarını yalnızca salt ideolojik bir temelde değil, aynı zamanda fiili pratikle de öğreniyorlar. Gerçeklik, işçilerin fikirlerinden daha devrimcidir; ve bu yüzden İspanya'daki işçilerin yenilgisi söz konusu olsa dahi, bu gelecekte kesin bir başarı için gerekli olan silahları da beraberinde taşıyan geçici bir yenilgiden başka bir şey olmayacaktır. 


Paul Mattick - "Amerika savaşa girdiğinde ne yapacağım?", Sempozyum (Modern Monthly, Vol. IX. No.5. Eylül, 1935)


Sorular

• Amerika savaşa girdiğinde ne yapacaksınız?

• Sovyet Rusya, Japonya ile savaşta ABD'nin müttefiki olursa kararınız değişecek mi?

• Hitler'in Avrupa'nın çoğuna karşı kazanacağı muhtemel bir zafer, böyle bir felaketi önlemek için ABD'nin Almanya'ya karşı muhalefete katılmasını teşvik etmenizi sağlar mı?


1.

Şahsen, herhangi bir savaşa girmekten ne zevk alıyorum ne de ilgi duyuyorum; yine de, kendini savaşa karşı olarak duyurmak bana şapşalca ve faydasız görünüyor. Birey savaşa karşı yalnızca tavırları değil, maddi güçleri de seferber etmelidir ve bu güçlerin şekillenmesinde yer almayan biri, ne kadar itiraz edecek olsa da savaşa karşı değildir. Sorunun kendisi, barıştan yana ve savaşa karşı olunması gerektiği fikrini ortaya koyuyor, ama ben kapitalist savaşa olduğu kadar kapitalist barışa da karşıyım. İki durum arasında da zira bir seçeneğim yok; varlığını savaş ve barış arasında gidip gelme eğilimine dayandırmak zorunda olan bir sisteme son verilmesine ancak katkıda bulunabilirim. Kapitalist savaşa karşı olmak için, kapitalizme karşı olmak gerekir, çünkü savaşlar da kriz de bu sistemin varoluş koşulları arasındadır. Bu nedenle, kesinlikle iğrenç bulduğum ve hayatımı mahvetmiş bir sistemi savunmaya hiçbir şekilde yardım etmeyeceğimi söylememe gerek yok.


Eğer Amerika savaşa girerse, bu, mevcut koşullar altında, kronik dünya krizinin çözümünü aradığı bir dünya savaşında daha da keskinleşeceği anlamına gelir. Bugün savaşın nedenlerini belirli ulusların politikalarında ve gereksinimlerinde aramak anlamsızdır; dünya savaşı, dünya kapitalizminin meselesidir. Böyle bir durum karşısında bireyin iradesi ve tasarımı gülünç bir önemsizliğe düşer ve şu ya da bu kişinin savaştan yana ya da savaşa karşı olup olmadığı neredeyse önemsiz hale gelir. Bugün durum böyleyken -ki bu sadece bugün için geçerlidir- bir sonraki savaşın işçi sınıfının eylemiyle önleneceğini varsaymak için çok az neden vardır. Amerika kıtasında dünya devrimci durumu yaratmak için bir sonraki dünya savaşını beklemek zorunda kalmamız çok daha olasıdır ve bu nedenle bir devrimcinin savaşın çabucak gelişimini ummaması çok zordur. Ama o, ne barıştan yana ne de savaştan yana tutum alabilir; onun bu dünyayla hiçbir ilgisi yoktur, ancak kendisi için bu yeni dünyayı şekillendirir.


İşçilerin çoğunluğu zorunluluktan dolayı gericidir, ve aynı zamanda zorunluluktan ötürü devrimcileşir. Birey, savaşa karşı tutumunda, yalnızca kendisini değil, aynı zamanda kitle denen şeyi de göz önünde bulundurmalıdır. Sorunun cevabı ne yapmak istediği değildir; ne yapabileceği daha büyük önem taşır. İşçi sınıfı muhtemelen bugün, tıpkı sermaye için çalıştığı gibi sermaye için savaşa girecektir, ve her ikisi de aynı nedenlerledir. Eğer bu durum değişmezse, o zaman savaşı reddeden devrimci çölde bir ses olarak ve yalnızca vaziyetin değişimini bekleyebilir. Savaş durumuna karşı tutumu, pratikte yalnızca devrimci olmayan dönemi yaşamaktır. Silahları kendi burjuvazisine karşı bir müddet doğrultabilmek için savaşa dahil olmak gerektiğini daima geçerli bir aksiyom olarak kabul etmek boş sözdür, tıpkı her koşulda askerlik hizmetini reddetmekte ısrar etmenin de yanlış olması gibi. Devrimcinin, hiçbir eylem olanağı sunmayan bir zamanda, hayatını kaybetmekten bir çıkarı olamaz. Ölü bir adam herhangi bir şey olamaz ki, devrimci olsun. Savaştan uzak durmak, bir şeye katılmaktan daha büyük bir hayati tehlike içeriyorsa, seçim zor değildir, çünkü bir fikir uğruna ölmek, kapitalizm için ölmek kadar aptalcadır. Eğer askerlik hizmetini reddetmek mümkünse, kanımca, yalnızca bir aptal, kişinin onu dönüştürmek için savaşa katılması gerektiğine ikna edilebilir. Ancak savaş makinesi tıkır tıkır işlemeyi beceremez hale gelip de kitleler kendi içlerinden ayağa kalkınca devrimci ihtimal vücuda gelir; ama o vakit de devrimcinin nerede olduğuna dikkat etmeye gerek yoktur. Durumun olumsuzluğundan ötürü, askere alınmayı reddetmenin gerçek bir ehemmiyeti yoksa, o zaman kendini ifşa etmek anlamsızdır. Reddin devrimci bir önemi varsa, o zaman bir savaş, toplumu değiştirmek için nesnel önkoşullara uygun olsa bile bunu kullanmak gerekir, zira herhangi bir kapitalist didişmede asla taraf olunamaz. Burada ortaya konan sorunun mutlak ve evrenselce geçerli bir cevabı yoktur. Farklı somut durumlarda, pratik sınıf mücadelesinin soruyu farklı şekillerde yanıtlaması muhtemeldir. Yine de savaş ne birey için ne de sınıf için özel bir görev belirler: işçilerin tarihsel görevi, ancak bu sorunun çözümünde ısrarcıdır, ki bu çözüm savaşta da barışta da aynıdır.


2.

Proletaryanın bakış açısından, bugün artık bazı savaşları reddedip diğerlerini kabul etmenin oluru yoktur. Düşman dünya kapitalizmidir, bundandır ki Japonya'ya karşı bir Rus-Amerikan ittifakı bile işçilere yeni görevler sunmayacaktır. Devlet kapitalisti Rusya'nın, dünya kapitalizminin sürdürülmesinde çıkarı ve ona bağı vardır. Emperyalist kapitalizmin bir payandası olarak Rusya'nın kendisi de emperyalist bir güç olarak görülmelidir. Rus işçileri, Alman ya da Amerikalı işçilerle aynı görevlere sahiptir: dünya kapitalizminin devrilmesi, dolayısıyla Rus devlet kapitalizminin devrilmesi. Rus ittifak politikasının desteklenmesi, bir sonraki dünya savaşını teşvik etmek anlamına gelir.


3.

Üçüncü soruya Evet cevabını verecek olan herhangi biri, sıradan bir savaş çığırtkanından başka bir şey olamaz. Almanya diğer kapitalist ülkelerden ayırt edilebilir değildir. Her yerde aynı kapitalizm hüküm sürer, yalnızca gelişme dereceleri ve önemsiz hususlar bakımından farklılık gösterir. Hitler, Stalin ve Roosevelt arasında seçim yapan herkes, tam da bu koşullarda, kabul edilebilir bulduğu bir kapitalizme giriştiğini ilan etmiş ve böylece bir sonraki savaşa katılmaya istekli olduğunu ilan etmiştir.

bottom of page