top of page

Evliliğin Temelleri (Otto Rühle, 1925)


Bugün henüz başlarında olduğumuz özel teşebbüs çağında evliliği sosyolojik ve psikolojik temelleri üzerinden incelediğimizde, burada özetleyeceğimiz, bir dizi oldukça ilginç bulguya ulaşırız. Bu, burjuva toplumu tarafından ustalıkla ve beceriyle ideolojik bir örtü (ki bu geniş proleter katmanların da safça ve küçük burjuva duygusallığı içinde kurban gittiği bir örtüdür) altında tutulan birçok mekanizmayı açığa çıkarmak amacıyla yapılmaktadır.

 

Günümüzün tek eşliliğinin önkoşulu ve ortaya çıkışının vesilesi özel mülkiyettir. Özel mülk sahibi haline gelen erkek, özel bir eş satın almış ve mülkiyet haklarını özel bir sözleşme ile güvence altına almıştır. Böylece kadın, erkeğin istediği gibi kullanabileceği, ödünç verebileceği, hibe edebileceği, kumar oynayabileceği ve satabileceği özel mülkü haline gelmiştir.


Tarihsel açıdan baktığımızda erkeği evliliğe iten şey cinsellik değildi. Topluluk ilkesinin - az ya da çok değiştirilerek - cinsel ilişki alanında da geçerliliğini koruduğu bir kabilede, kadınlar zaten erkeğin emrindeydi. Erkeğin çocuklara ihtiyacı vardı - onun malı olan ve özel mülkünü miras bırakabileceği olan çocuklar. Tarihte, şimdiye kadar, sadece annenin çocuğu olmuştu. Çocuklar annenin adını taşıyor, ait oldukları kabilenin adını miras olarak alıyorlardı. Şimdi baba da çocuk talep etmekteydi. Özel mülkünün miras kalabilirliğinden emin olmak için babalığından emin olmak istiyordu. Zira özel mülkiyet demek – farkında olsa da olmasa da – varlığı, ekonomik kalkınmada genel bir sosyo-ekonomik ilerleme anlamına geldiği için korunması demekti.


Erkeğin sadece kendi evladı olan çocuklara sahip olabilmesi için, umumi cinsel ilişkiden kaçınan, sadece onun karısı olarak kalacak bir kadına sahip olması gerekiyordu. Kendisinin başka kadınlarla cinsel ilişkiye girip girmemesinin ise bir önemi yoktu, yeter ki sadece karısının, yani yasal olarak resmen tanınan kadının evlatlarının miras hakkı olsun. Böylece tekeşlilik ortaya çıktı, en azından kadın için - ve bu tek eşlilik bugün hala salt bu sebepten devam etmekte. Özel mülkiyet ve bu manada veraset olduğu sürece de devam edecektir. Bu, günümüz evliliğinin ilk sosyolojik önkoşulu ve temelidir.

 

İkincisi, kadının tek eşli evlilikteki sosyo-ekonomik çıkarından kaynaklanmaktadır.

Kadın için de evliliğe yol açan şey ne aşk ne de cinsellikti. Kabilede, cinsel açıdan karşılığını pekâlâ almaktaydı, çünkü emrinde az çok geniş bir erkek çevresi vardı. Anne olduğunda da toplulukta kendisi ve çocuğu için maddi destek buluyordu.


Ancak topluluk dağıldı, özel mülkiyet eski komünü paramparça etti. Netice olarak, kadın annelik durumundaki desteğini de kaybetti. İş göremediği dönemde ekonomik güvenceye ihtiyacı vardı ve korunma gereksinimi artmıştı. Bu da ancak özel mülk sahibi olan erkek tarafından sağlanabilirdi. Artık bir topluluk birliği mevcut değildi; kabilenin yerini alan devlet, bir maddi destek aygıtı değil, bir iktidar aygıtı niteliğine sahipti. Böylece kadın tek bir erkeğe bağlı kalmak, tek bir evlilik yapmak, tek eşli bir kadın olmak zorundaydı.


Tek eşli bir evliliğe girmek, tekil aile kurulmasının önkoşuludur. Bu maddi destek avantajının bedelini kadın cinsel boyunduruk şeklinde ödemiştir. Zira cinsellik, evliliğin bir önkoşulu olmasa da, erkeğin mirasçı olarak çocuklara ihtiyaç duyması nedeniyle kısa sürede evliliğin özünün önemli bir parçası, hayati bir işlevi haline gelmiştir.

 

Evliliğin temel sosyolojik olgularına ek olarak, her iki eşi de ilgilendirmekle birlikte, özel teşebbüs çağında kültürel temsilci olarak erkeğin oynadığı rolden türeyen iki psikolojik olgu da mevcuttur.


Özel mülk sahibi olarak erkek, işlevsel olarak kendini devlette, yasamada, savaşta, hükümde, dinde, ahlakta vb. ifade eden ve psikolojik olarak kendini iktidar mücadelesi olarak gösteren tüm kültürel güvenlik mekanizmasının düzenleyicisi, yöneticisi, komutanı haline geldi. Erkek bir hükümdar oldu. Tanınma ihtiyacı daha da arttı. Tüm başarıları, bilincinde olmadan, üstünlüğünü sürekli olarak yeniden kanıtlama amacını gütmüştür. Karşı cinse karşı üstünlük.


Lakin bir alanda kadın cinsi erkeğe üstündür: cinsel performans. Fizyolojik yapısı ve cinsel eylemdeki pasif rolü nedeniyle kadın, kendinden farklı bir yapıya sahip erkeğe kıyasla daha fazla sayıda cinsel birleşmeye girebilir. Düşük performans ve düşük kapasite, erkeğin tininde bir aşağılık duygusuna dönüşmüştür. Modern psikolojik araştırmalar, aşağılık duygusunun bir telafi dürtüsü olarak insanlığın gelişim tarihinde oynadığı ve oynamaya devam ettiği muazzam role ilişkin hayal bile edilemeyecek öngörüler sağlamıştır.


Erkek, kadının kendisine cinsel olarak üstün olduğu ve bu konuda kadına karşı zafer kazanamayacağı gerçeğine katlanamadığı için, ucuz bir numarayla kendini kurtardı. Savaş alanını değiştirerek, sosyo-ekonomik üstünlüğü aracılığıyla kadının cinsel üstünlüğünü geride bıraktı ve kamusal-kültürel bilinçte de cinselliği değersizleştirdi. Bu amaca ulaşmak için kullanılan araç ise evlilikti.


Arka plandaki eril kültürün tüm ağırlığıyla, evlilikte erkek öncelikle baş, otorite ve hükümdardı. Bu onun hırsına, kibrine ve tanınma ihtiyacına iyi geliyordu. Sonra kendi cinsel arzusunu cinsel ilişkinin ölçüsü haline getirdi. Kadın kendini erkeğin cinsel arzularına tabi kılmalı, sadece bir araç, bir “kap” olarak hizmet etmeliydi. Kadının bağımsız cinsel kişiliği yok edildi. Ekonomik olarak erkeğe bağımlı olduğu ve sosyal olarak ona tabi olduğu için, bu kıymetsiz role boyun eğmek zorundaydı, ancak zihnen buna, cinsel duyarsızlığın savunma silahıyla karşı çıktı.


Erkeğin evin ve evlilik yatağının efendisi olması yeterli değildi, zaferinden tamamen emin olmak istiyorsa, cinselliği de değersizleştirmesi gerekiyordu. Erkek cinselliğe ne kadar az değer verirse, kadın da erkek üzerindeki cinsel üstünlüğüne o kadar az güvenebilirdi. Gerçekten de, erkeğin cinselliği kepazeliğe dönüştürmesinin bir bedeli oldu. Cinsellik hayvani şehvet, hayvani arzu, günah, hınzırlık, şeytanın işi haline geldi. İdeolojinin tümü, cinselliğin bu çarpıtılması, tahrif edilmesi ve lekelenmesiyle bin yıl boyunca zehirlendi ve kirletildi. Ve sayısız kadın, "yaradılışın efendileri" onların "Tanrı vergisi" üstünlükleri karşısında titredikleri için, şeytanla ilişkiye girmek denen erkeklerin yumurtladığı bir sanrının kurbanı oldu.


Erkeklerin kendilerinin de bu zihinsel sapmadan büyük zarar gördükleri, cinsel yaşamın kirlenmesinin ve alçaltılmasının kadınlar kadar erkekler tarafından da bir iğrençlik ve rezalet halinde duyumsandığı tartışılmamalıdır. Bir yandan, imtiyazlı cins olarak erkekler, cinselliğin alçaltılmasına rağmen, gizlice de olsa (bu da durumun cazibesini artırır) bu cinselliğin tüm konfor ve zevklerini kendileri için güvence altına almak için sayısız olanağa sahiptir - öte yandan, psikoloji binlerce örnekle göstermekte ki, bir erkek yalnızca tek bir şeyi elde etmeyi umuyorsa türlü feragatleri, fedakarlıkları, acıları üstlenebilir: Prestij kazanmak, prestijini korumak, üstünlüğünü güvence altında tutmak.

 

Lâkin şimdi, kadının nihayetinde güvenlik ihtiyacı da var, ki bu da güç arzusuna çevrilerek tanınma arayışına dönüşür. Hür bir insanken, ekonomik ve sosyal olarak erkeğe bağımlı bir köle haline gelmiştir, ve bugün de aşağı yukarı bu durumdadır. Ezilmişlik hissi içerisinden, önce aşağılık duygusu, ardından da telafi etme dürtüsü doğdu. Bu durumun uzun sürmesiyle nihayetinde fiilen, zihnen ve ruhen aşağılığa yol açtı, ama bu elbet telafi ihtiyacını azaltmadı. Kadınlarda köle erdemleri gelişmiş oldu: alçakgönüllülük, itaatkârlık, sevimlilik, riayet, yumuşak başlılık; ve köle ahlaksızlıkları: kurnazlık, düzenbazlık, güvenilmezlik, sahtekârlık. Tek bir amaç her şeyden önemli hale geldi, yani erkeğe üstün olmak, onu kontrol altına almak. Bu toplumsal olarak mümkün olmayacaksa şayet, o zaman cinsel olarak. Kadın, tüm mücadele enerjisini - her şeye rağmen!- erkekten çok daha üstün olduğu tek hususa odakladı: cinsellik. Ekonomik, politik ve kültürel katılımdan koparılan kadın, bastırılmış tüm özgürlük ve egemenlik dürtülerini cinsellikte geliştirdi, cinsel bir varlık haline geldi. Ve cinsellik erkek tarafından evliliğe hapsedildiği için, evlilikteki cinselliğin kadın dolayımıyla, bugün onu karakterize eden aşırı değerlenmesi hasıl oldu.


Bu psikolojik bulgular bize evlilik psikolojisinin gizemli mekanizmasının kilidini açan anahtarı vermektedir: Sosyoekonomik olarak özel mülkiyete dayanan eril iktidar rolü için, toplum nezdinde itibarsızlaştırılan cinsellik, evliliğe indirgenmiş olarak kalmalıdır. Ancak dişil iktidar rolü için, evlilik içinde ve bunun ötesinde nihayet kamusal alanda cinsellik, itibarsızlaştırılmasına rağmen, büyük ölçüde aşırı değer görmektedir. Eğer evlilik olmasaydı, sınıflı toplum (öncelikle kadına dair) cinsellik için bir zindan olsun diye evliliği yine de icat etmek zorunda kalacaktı. Ve eğer henüz zina olmasaydı, cinselliğin (aşırı değerlenmesinin bir sonucu olarak çifte kamçılanan) hapsedilmesine karşı bir protesto aracı olarak zinanın da icat edilmesi gerekecekti. Dolayısıyla cinsiyetler arasındaki rekabet mücadelesi, evlilik için ve evliliğe karşı ebedi bir mücadeledir ve ancak bir cinsiyetin diğeri tarafından toplumsal boyunduruk altına alınması sona erdiğinde son bulur. O zaman bugünkü anlamda evlilik de sona ererek bir eğilim antlaşması, saf bir aşk eşleşmesi haline gelecektir.

 

Sosyoloji, toplumsal bir sorunun anlaşılmaya yaklaştırılabileceği bütün dışsal gerçekleri ve ilişkileri tanımlama erdemine sahiptir. Ancak sonuçları, insani her türlü şeyin iç dünyasına giden yolu açan psikolojinin sonuçlarıyla desteklenmediği ve tamamlanmadığı sürece tatmin edici olmayacaktır.


Cinsellik ve evlilik insana özgü şeylerdir ve insan öyle bir yapıya sahiptir ki, her türlü deneyimi - cinsellik ve evlilik de dahil - yalnızca ruhu aracılığıyla yaşar.

bottom of page