I. Bir asırlık büyümenin ardından kapitalizm gücünü sadece yeryüzüne yayılarak değil, aynı zamanda kendini de değiştirerek, muazzam bir şekilde artırdı.
Büyüyen kapitalizmle birlikte işçi sınıfının gücü, sayısı, kitlesel yoğunluğu ve örgütlenmesi de arttı. Kapitalist sömürüye karşı, işçi sınıfının üretim araçları üzerinde hakimiyet kurma mücadelesi de, benzer şekilde, durmadan, yeni biçimler altında gelişiyor.
Kapitalizmin gelişimi, iktidarı - üretimin en önemli kollarında - büyük tekellerin elinde yoğunlaştırdı. Bu tekeller bir devlet iktidarıyla yakınen ilişkilidir ve hatta ona hükmederler, basının çoğunu kontrol altında tutar ve kamuoyunu belirlerler. Burjuva demokrasisi, büyük sermayenin siyasi egemenliği için en iyi kamuflaj olduğunu kanıtlamıştır. Bu gelişmelerle eşzamanlı olarak, birçok ülkede de "planlı ekonominin" bir başlangıcı olarak, kilit endüstrilerin kontrolünü ele geçirmek için organize devlet gücünü kullanma eğilimi artış gösteriyor. Örneğin Hitler Almanya'sında, devlet tarafından yönetilen ekonomi, siyasi liderliği ve kapitalist yönetimi tek bir sömürücü sınıf altında birleştirmişti. Rusya devlet kapitalizminde ise, bürokrasi üretim araçlarını kolektif olarak kontrol eder ve sömürülen kitleleri diktatörce baskı altına alır.
II. İşçi mücadelesinin hedefi olarak sunulan bu sosyalizm, aslında üretimin devlet tarafından örgütlenmesinden başka bir şey değildir. Devlet sosyalizmi, üretimin devlet görevlileri tarafından yönetilmesi ve onun fabrika müdürlerinin, aydınların ve devlet kadrolarının egemenliğinde olmasından başka bir şey değildir.
Sosyalist ekonomide bu aygıt, üretim sürecinin hakimi olarak hareket eden iyi örgütlenmiş bir bürokrasi tarafından şekillendirilir. Bu aygıt, üretimi tamamen düzenleme yetkisine sahiptir ve işçilerin ücret biçiminde bundan ne kadar pay alacağını belirler; geri kalanınıysa genel ihtiyaçlar ve kendi ihtiyaçları için ayırır. Demokrasi altında işçiler efendilerini seçebilirler ama kendileri işlerinin efendisi değildir. Ürettiklerinden sadece bir pay alırlar; bu pay onlara başkaları tarafından tahsis edilir. Bu nedenle, hâlâ sömürülmektedirler ve yeni yönetici gruba itaat etmek zorundadırlar. Bu duruma eşlik ettiği varsayılan veya amaçlanan demokratik biçimler, bu ekonomik sistemin temel yapısını değiştirmez.
Sosyalizm, işçi sınıfının kendini henüz güçsüz hissettiği ve fabrikalar üzerindeki hakimiyeti tek başına ele geçiremediği bir çağda işçi sınıfının hedefi olarak ilan edildi; dolayısıyla, işçi sınıfı, devletten sosyal reformlar yoluyla, kendisini kapitalistlerden korumasını talep etti. İşçilerin bu taleplerine yanıt veren büyük siyasi partiler, işçi partileri ve sosyal demokrat partiler tüm işçi sınıfını kapitalizmin hizmetine sokmanın araçları haline geldiler, bunu da hem kapitalistlerin dünyayı fethetmek için çıkardığı savaşlarda hem de barış zamanında ülke iç siyaseti adına yaptılar. (İngiliz İşçi Partisi hükümetinin sosyalist olduğu bile söylenemez). İngiliz İşçi Partisi’nin görevi işçilerin kurtuluşunu sağlamak değil, kapitalizmi modernize etmektir. Görevi, kapitalizmin geri kalmışlığını ve tüm sefilliğini görünmez kılarak, kârı devlet garantisi altına almak için devlet kontrolünü savunarak, sermayenin egemenliğini güçlendirir ve işçilerin sömürülmesini sürdürmektir.
III. İşçi sınıfının amacı sömürüden kurtulmaktır. Bu amaca, burjuvazinin yerini alacak yeni bir yönetici sınıfı ulaşamaz. Bu, ancak işçilerin üretimin efendileri haline gelmesiyle başarılabilir.
"Üretimin efendisi işçiler" ilk etapta her fabrikada, her işletmede emeğin örgütlenmesinin işçilerin işi olması gerektiğini ifade eder. Düzenlemeler, bir yöneticinin ve onun altındakilerin emrinde değil, tüm çalışanların ortak kararıyla yapılır. Üretimde yer alan her türlü işçi, uzman ve teknisyenlerden oluşan bu organ, ortak çalışmayla ilgili her şeye karar verir. Bir işi başarıyla yürütecek olanların o işi düzenleyenlerin olacağı bu model, tüm kapsamıyla her üretim dalında uygulanabilir. Bu da işçilerin ayrı işletmeleri planlı bir üretim biriminde birleştirmek için kendi organlarını oluşturmaları anlamına gelir. Bu organlar işçi konseyleridir.
İşçi konseyleri, büyük işletmelerin çeşitli fabrikalarının veya bölümlerinin temsilcilerinden oluşan delegelerin genel organıdır. Bu temsilciler işçilerin niyet ve görüşlerinin sözcüleri olarak ortak sorunları tartışmak, karar almak ve nihayetinde hesap vermek için seçilirler. Çeşitli kurallar belirler ve koyarlar; çeşitli görüşleri ortak bir noktada buluşturarak ayrı birimleri birbirine bağlar ve bu birimleri iyi organize edilmiş bir topluluk haline getirirler. Kalıcı bir yönetim organı oluşturmazlar. Hepsi herhangi bir zamanda görevlerinden azledilebilir. İşçi konseylerinin ilk nüveleri Rus ve Alman devrimlerinde (Sovyetler ve Arbeiterräte) ortaya çıkmıştır ve işçi konseyleri, işçi sınıfının gelecekteki gelişiminde, giderek daha fazla büyüyen bir görevi üstlenecektir.
IV. Bugüne kadar siyasi partiler iki göreve hizmet etmiştir. Birincisi siyasi iktidarı elde etmek, devleti kontrol altına almak, hükümeti avucuna alarak programını pratiğe geçirmektir. İkincisiyse, bu doğrultuda işçi kitlelerini kendi programlarına dahil etmektir: Öğretilerini sezdirerek ya da doğrudan propaganda yoluyla sınıfa zerk etmek ve sınıfı bir takipçi sürüsüne çevirmek.
İşçi partileri siyasi iktidarın ele geçirilmesini amaçlarlar, böylece onu işçilerin çıkarları doğrultusunda "yönetmeyi" ve kapitalizmi ortadan kaldırmayı hedefler. İşçi sınıfının en bilinçli, öncü kısmı, sınıfın örgütsüz çoğunluğuna liderlik edebilecek, onun adına hareket edebilecek, onu temsil edebilecek kapasitede olduğunu ve işçileri sömürüden kurtarabileceğini iddia ederler. Ancak sömürülen bir sınıf basit bir oylamayla veya iktidara gelen yeni bir yönetici grup tarafından kurtarılamaz. Bir siyasi parti özgürlük getiremez. Zaferinden sonra, sadece yeni baskı biçimleri getirir. Emekçi kitleler özgürlüklerini ancak kendi örgütlü eylemleriyle, kaderlerini kendi ellerine alarak, tüm kesimlerinin mücadelelerini ve çalışmalarını konseyleri aracılığıyla kendileri yöneterek ve örgütleyerek kazanabilir.
Partiler için ikinci işlev, bilgi ve fikirleri yaymak, toplumsal fikirleri incelemek, tartışmak ve formüle etmek ve propaganda yoluyla kitlelerin zihinlerini aydınlatmak olarak kalır. İşçi konseyleri, işçi sınıfının pratik eylem ve mücadele organlarıdır; partiler entelektüel güç geliştirme görevine sahiptir. Onların çalışmaları, işçi sınıfının kendi kurtuluşunun vazgeçilmez bir parçasını oluşturur.
V. Kapitalistlere karşı en etkili mücadele biçimi grevdir. Kapitalistlerin ücretleri düşürerek, iş süresini ve yoğunluğunu artırarak kârlarını artırma eğilimine karşı mücadele etmek için grevlere her zamankinden daha fazla ihtiyaç vardır.
Örgütlü direnişin araçları olarak sendikalar, güçlü dayanışma ve karşılıklı yardıma başvurularak oluşturulmuştur. "Büyük işletmelerin" gelişmesi, sermayenin gücünün muazzam bir şekilde büyümesine izin vermişse de, işçiler durumlarının kötüleşmesini yalnızca bireysel ölçekte azaltabilmişlerdir. Sendikalar, işçiler ve kapitalistler arasında aracı kurumlara dönüşmüştür. İşverenlerle sözleşmeler imzalamış ve bunları inatçı işçilere empoze etmeye çalışmışlardır. Sendika liderleri, işçi sınıfına egemen olan devletin ve sermayenin iktidar aygıtı için kendi yerlerini doldurulamaz kılmayı amaçlamıştır. Böylece sendikalar, kendi koşullarını işçilere dikte etmek için onları kullanan tekelci sermayenin araçları haline gelmiştir.
Bu koşullar altında işçi sınıfının mücadelesi gitgide daha çok fiili grevler (wildcat strike) biçimini almaktadır. Bunlar, uzun süredir bastırılmış direniş ruhunun kendiliğinden, kitlesel patlamalarıdır. İşçilerin, sendikaları ve liderlerini dışarıda bırakarak mücadelelerini tamamen kendi ellerine aldıkları doğrudan eylemlerdir.
Mücadelenin örgütlenmesi, grevcilerin delegelerinden oluşan, işgücü tarafından seçilen ve görevlendirilen grev komiteleri tarafından yürütülür. Bu komiteler içindeki tartışma, işçilerin eylem birliğini gerçekleştirmelerini sağlar. Grevlerin giderek daha geniş kitlelere yayılması, kapitalistlerden tavizler almak için tek uygun taktiktir. Mücadeleyi sınırlandırmaya ve mümkün olduğunca erken bitirmeye çalışan sendikal taktiklerin tam tersidir. Bugün fiili grevler, işçilerin kapitalizme karşı tek gerçek sınıf mücadelesidir. Burada özgürlüklerini onaylarlar, belirlerler ve eylemlerini kendileri gerçekleştirirler, burada kendilerine yabancı ve başka çıkarları olan çizgilere tabi değildirler.
Bütün bunlar, bu sınıf mücadelelerinin geleceğindeki önemini göstermektedir. Fiili grevler giderek yaygınlaşırsa, tüm devlet gücü onlara karşı yönlendirilecektir. O zaman devrimci bir karaktere sahip olacaklardır. Kapitalizm dünya çapında örgütlü bir güce dönüşürken (bugün insanlığı tamamen yok olmakla tehdit eden iki rakip güçten oluşmaktadır), işçilerin sınıf mücadelesi devlet iktidarına karşı bir mücadeleye dönüşmektedir. Grevleri, büyük siyasi grevlerin, bazen de evrensel grevlerin karakterini alır. Bu nedenle grev komiteleri genel, politik ve sosyal görevleri yerine getirmek, yani işçi konseylerinin rolünü yerine getirmek zorundadır. Toplumun egemenliği için devrimci mücadele, aynı anda fabrikaların egemenliği için bir mücadele haline gelir. Sonra işçi konseyleri, kendilerini mücadele organlarından üretim organlarına dönüştürürler.
İlk olarak Southern Advocate for Workers’ Councils (Sayı 33, Mayıs 1947, sf. 2-3) dergisinde yayınlanmıştır. İngilizce orijinali için: http://aaap.be/Pages/Pannekoek-en-1947-Theses-On-The-Fight-Of-The-Working-Class-Against-Capitalism.html
Comentarios