top of page

İktidarı mı Yoksa Fabrikayı mı Ele Geçirmeli? (Amadeo Bordiga, 1920)



Akıntıya Karşı'nın Notu


Aşağıdaki yazı İtalyan Komünist Partisi'nin kurucu militanlarında ve en azından partinin tabanı için 1924'e kadar onun tartışmaz lideri olan Amadeo Bordiga tarafından yazılmıştır. Bordiga bu yazısında İtalyan Sosyalist Partisi'nin sol kanadında etkili olan kimi sendikalist eğilimlere (bunlar arasında Gramsci'nin içinde bulunduğu L'Ordine Nuovo grubu da bulunmaktaydı) karşı bir eleştirisi geliştirmektedir. Rusya'da ortaya çıkan sovyetlerin bir tür fabrika öz-yönetimi organı değil politik iktidar organı, burjuva devleti yıkmak üzere işçilerin örgütlediği kitlesel mücadele organları olma niteliğinin altını çizer.


Ne var ki Konseycilerin ve yine İtalyan Solu'ndan gelmekle birlikte onu eleştirerek Enternasyonal Komünist Akım ve Enternasyonalist Komünist Eğilim'in aksine, Bordiga partinin rolünü aşırı biçimde vurgular ve sovyetin rolünü fazlasıyla küçümser. Sovyetlerin rolü üzerine komünist sol içerisinde gelişen tartışmalar ve bunlar sonucunda ulaşılan netliğe dair daha ileride daha derinlikli yazılar ve çeviriler yayınlamayı planlıyoruz.


İktidarı mı Yoksa Fabrikayı mı Ele Geçirmeli?
Amadeo Bordiga

Kaynak: Il Soviet, 22 Şubat 1920, Vol.III, No.7.


Ligurya'da son birkaç günkü işçi sınıfı hareketlerinde, bir süredir sık sık tekrarlanan ve emekçi kitleler arasında yeni bir bilinç düzeyinin belirtisi olarak incelenmeyi hak eden bir olgunun bir başka örneği daha görüldü.


İşçiler, işlerini terk etmek yerine, deyim yerindeyse, fabrikalarını ele geçirip kendi çıkarları için, ya da daha doğrusu üst düzey yöneticiler fabrikada bulunmadan işletmeye çalıştılar. Her şeyden önce, bu, işçilerin, özellikle belirli koşullar altında, grevin her zaman kullanılacak en iyi silah olmadığının tamamen farkında olduklarını gösterir.


Ekonomik grevin faydası, işçinin kendisine de verdiği anlık zarar yoluyla, sanayici kapitaliste ait olan ürünün çıkmasını engellemek amacıyla iş bırakmada ifadesini bulan, bir savunma silahı olmasıdır.


Kapitalist ekonomide, rekabetin ve fiyat kırmanın üretimin kendisinde sürekli bir artışı zorunlu kıldığı normal koşullar altında durum budur. Bugün ise, sanayinin vurguncuları, özellikle de mühendislik endüstrisi, asgari çabayla muazzam kârlar elde edebildikleri istisnai bir dönemden geçiyorlar. Savaş sırasında Devlet bunlara hammadde ve kömür sağlamış ve aynı zamanda tek ve güvenilir alıcı olarak hareket etmiştir. Dahası, fabrikaları militarize ederek, devlet emekçi kitlelere sıkı bir disiplin dayatma işini bizzat üstlenmiştir. Dolgun bir kâr için bundan daha uygun koşullar olabilir miydi? Ama artık bu insanlar, kömür ve hammadde kıtlığından, piyasanın istikrarsızlığından ve çalışan kitlelerin kırılganlığından kaynaklanan tüm zorluklarla başa çıkmaya istekli değiller. Özellikle de, savaş öncesi seviyelere denk ve hatta altındaki mütevazı kârları kabullenmeye hiç niyetli değiller.


Bu nedenle patronlar grevlerden korkmuyorlar. Gerçekten de, işçilerin taleplerinin saçma ve doyumsuz olduğuna dair kimi karşı argümanlar sunsalar da, grevleri gerçekten de memnuniyetle karşılıyorlar. İşçiler bunu görmekte ve grev yerine fabrikayı ele geçirip çalıştıran eylemleriyle, çalışmaya karşı olmadıklarımı ama patronların onlara söylediği şekilde çalışmak istemediklerini açıkça ortaya koymaktadır. Artık sömürülmek ve patronların yararına çalışmak istemiyorlar; kendi çıkarları için, yani yalnızca işgücünün çıkarları için çalışmak istiyorlar.


Her geçen gün daha açık bir şekilde ortaya çıkan bu yeni bilinç en yüksek saygı ve takdirle ele alınmalıdır; öte yandan, bunun boş yanılsamalarla saptırılmasını da istemeyiz.


Fabrika konseylerinin işlevinini, varoldukları yerlerde işyerinin yönetimini devralmak ve işi sürdürmek olduğuna dair bir kanı oluşmuş durumda. Emekçi kitlelerin, fabrikaları ele geçirmek ve kapitalistlerden kurtulmak için yapmaları gereken tek şeyin konseyler kurmak olduğu fikri bizce yanlıştır. Bu gerçekten tehlikeli bir yanılsamadır. Fabrikalar, işçi sınıfı tarafından –ve yalnızca içinde istihdam edilen, çok zayıf ve komünist olmayan işgücü tarafından değil– ancak işçi sınıfı bir bütün olarak siyasi iktidarı ele geçirdikten sonra fethedilecektir. Bu yapılmadığı takdirde, Kraliyet Muhafızları, askeri polis gibi burjuvazinin emrinde olan güç ve baskı mekanizması olarak siyasi iktidar aygıtı tüm bu yanılsamaların yanlışlığını kaba kuvvetiyle ispatlayacaktır.


Emekçi kitleleri her gün yoran bu sonsuz ve yararsız maceraların tümü, doğrudan düşman burjuvazinin kalbini hedef alan büyük, kapsamlı bir yükselişe kanalize edilse, birleştirilse ve örgütlenebilirse çok daha iyi olacaktır.


Yalnızca bir komünist parti böyle bir çabanın altından kalkabilir ve kalkmalıdır. Şu anda, böyle bir partinin, bütün etkinliğini, emekçi kitleleri bu büyük siyasal saldırının gerekliliği konusunda giderek daha fazla bilinçlendirmeye yöneltmekten başka bir görevi olamaz ve olmayacaktır – Bu, işçilerin başka bir yol izlerse asla elde edemeyecekleri fabrika iktidarını ele geçirmenin aşağı yukarı doğrudan tek yoludur.

bottom of page