top of page

Demokratik Mistifikasyon (Jacques Camatte, 1969)




Proletaryanın sermaye hatlarına saldırısı, ancak proleter devrimci hareketin demokrasiyle bağını kesin olarak koparması koşuluyla başarı şansı kazanır. Demokrasi, tüm inkarların ve ihanetlerin son sığınağıdır, çünkü sapına kadar çürümüş olan mevcut hareketi arındırmaya ve yeniden canlandırmaya inananların ilk umududur.


I


5.1. Genel Tarihsel Fenomen

“Toplumsal yaşam, özünde pratiktir. Teoriyi mistisizme saptıran bütün gizemler, akılcı çözümlerini insan pratiğinde ve bu pratiğin kavranışında bulur.”

(Marx, Feuerbach üzerine 8. tez)


5.1.1 En geniş anlamıyla demokrasi, toplulukla olan organik birliğini kaybetmiş olan insanların örgütlenişi, davranış biçimi olarak tanımlanabilir. Böylece demokrasi, ilkel komünizm ve bilimsel komünizmi ayıran tüm tarihsel dönem boyunca var olmuştur.


5.1.2 Demokrasi, insanla mülkiyet bölüşümü arasındaki ayrım belirdiği anda doğmuştur. Bu demektir ki; özel mülkiyet, bireyler ve toplumun sınıflara ayrılmasıyla birlikte, devletin oluşumuyla birlikte ortaya çıkmıştır. Buradan hareketle, toplumda özel mülkiyet genelleştikçe ve sınıflar daha belirgin biçimde ayrıştıklarında demokrasi de daha saf bir biçim alır.


5.1.3. Demokrasi bölüşümü yapılmış bir kamu yararının varlığını gerektirir. Antik toplumların sınırlı demokrasisi, ager publicus (Roma’nın kamu arazisi) ve insan sayılmayan köleleri gerektiriyordu. Modern toplumda bu ‘ortak fayda’ ya da ‘kamu mülkü’ daha evrenseldir (daha fazla sayıda insanı etkiler). Aynı zamanda daha soyut ve yanıltıcıdır: vatan.


5.1.4. Demokrasi hiçbir şekilde otoriteyi, diktatörlüğü ve dolayısıyla Devleti dışlamaz. Aksine, temel olarak Devlete ihtiyaç duyar. Devletten başka kim bölüşümü güvence altına alabilir, kim insanların kendi arasındaki ve onlarla kamu malı arasındaki ilişkiyi düzenleyebilir?


Tamamen gelişmiş kapitalist toplumda, devlet ayrıca kendini iki farklı açıdan daha yeniden dağıtımın koruyucusu olarak sunar: proletaryanın artı-değeri kemirmesini önler ve bu artı-değerin kar, faiz, kira vb. olarak farklı kapitalist alanlar arasında dağıtımını güvence altına alır.


5.1.5. Demokrasi böylelikle bireylerin, sınıfların ve Devletin varlığına işaret eder; bu yönüyle demokrasi aynı anda hem bir hükümet biçimi, bir sınıfın hakimiyetinin biçimidir, hem de bir birlik ve uzlaştırma mekanizmasıdır.


Aslında, başlangıçta ekonomik süreçler (mülksüzleştirme süreci) önceden ilkel komünitede birleşmiş olan insanları ayrıştırmıştı. Antik toplumsal ilişkiler yok edilmişti. Altın, komünitenin otoritesinin yerini alarak gerçek bir güç haline gelmişti. Toplumu parçalayabilecek, onu olanaksız hale getirecek uzlaşmaz maddi çelişkiler nedeniyle insanlar birbiriyle karşı karşıya geldiler. Demokrasi, karşıtları uzlaştırmanın aracı gibi, bölünmüş olanı birleştirmenin en uygun politik formu gibi göründü. Eski topluluğun ve yeni toplumun uzlaşmasını temsil etti. Mistikleştiren form kayıp bir birliğin görünürdeki yeniden yapılandırılmasında yatar. Mistifikasyon ilericiydi.


Günümüzde, tarihin karşıt ucunda, ekonomik süreç, üretimin ve insanın toplumsallaşmasına yol açmıştır. Buna karşılık politika, insanları sermaye için basit takas yüzeyleri olarak tutmak için onları bölme eğilimindedir. Eski kapitalist dünya içerisinde, komünist form gittikçe daha güçlü hale gelmektedir. Demokrasi günümüze hala etki eden bir geçmiş ile gelecek, yani komünist toplum, arasında bir uzlaşma gibi görünür. Mistifikasyon bu noktada gericidir.


5.1.6. Sıklıkla demokrasinin tohumlarının (bazıları formları bile der), türümüzün hayatının kökenlerinde, ilkel komünizmde bulunduğu söylenmiştir. Oysa yüksek bir formun tohumlarının tezahürünün, alt bir formda gelişigüzel belirdiğini söylemek bir yanılsamadır. Bahsedilen “demokrasi” çok özel koşullarda belirmiştir. Bu koşullar biter bitmez de önceki örgütlenme biçimine bir dönüş gerçekleşmiştir. Örneğin: ilk zamanlarında askeri demokrasi. Lider belirli bir zamanda, belirli görevler için seçilir. Bu görevler başarıyla tamamlanır tamamlanmaz, lider topluluğun içine yeniden çözülür. Geçici olarak beliren demokrasi yeniden soğurulur. Marx’ın Nuh Nebi’den kalma dediği sermaye biçimleri için de aynısı geçerliydi. Tefecilik, parasal sermayenin antik toplumlarda da görünebilecek arkaik formuydu. Ama tefeciliğin varlığı her zaman istikrarsız oldu, çünkü toplum onun çözücü etkilerinden kendini koruyup onu dışına itti. Sermaye ancak insan bir meta haline geldiğinde güvenli bir temel üzerinde gelişebilir ve bundan sonra da tekrar soğurulamaz. Demokrasi yalnızca insanların tamamen bölündüğü ve onları topluluğa bağlayan göbek bağı kesildiği zaman; yani, bireyler var olduğu zaman görünebilir.


Komünizm bazen bu toplumda tezahür edebilir, ama her zaman yeniden soğurulur. Ancak maddi topluluk yok edildiğinde, komünizm gerçekten gelişmeye başlar.


5.1.7. Demokratik fenomen iki tarihsel dönemde berrak bir şekilde ortaya çıkar: Yunanistan’da ilkel topluluğun yıkılışı sırasında ve Batı Avrupa’da feodal toplumun yıkılışı sırasında. Özellikle ikinci dönemde demokrasi olgusu daha net bir yoğunlukla belirdiği inkar edilemez, çünkü bu dönemde insanlar gerçekten bireyler statüsüne düşürülmüş ve antik toplumsal ilişkiler artık onları birleştiremez hale gelmiştir. Burjuva devrimi her zaman kitlelerin harekete geçirilmesiyle ortaya çıkar. Buradan da burjuva sorunu yükselir: yeni toplumsal formlar içinde onları nasıl birleştirmeli ve düzeltmeli. Dolayısıyla da burjuva toplumunda kurumsal mani ve hak patlaması belirir. Burjuva devrimi, politik ruhlu bir toplumsal devrimdir.


Komünist devrim sırasında, kitleler kapitalist toplum tarafından halihazırda örgütlenmiş olacaktır. Yeni örgütlenme biçimleri aramayacaklar fakat yeni bir kolektif hali, insan topluluğunu, inşa edecekler. Bu, sınıf zamanla tarihsel bir yapı olarak hareket ettiğinde, kendisini bir parti olarak ortaya çıkardığında açıkça görülür.


Devrimin bir örgütsel form sorunu olmadığı komünist hareket içerisinde çokça söylenmiştir. Buna karşı, kapitalist toplumda her şey örgütsel bir sorundur. Gelişiminin başlarında bu, iyi kurumlar arayışı olarak ortaya çıkar; sonunda ise insanları sermayenin zindanlarına hapsetmek için en iyi yapıların arayışı olarak, yani faşizm. İki aşırı uçta da demokrasi bu arayışın temelinde yatar: önce siyasal demokrasi, sonra sosyal demokrasi.


5.1.8. Mistifikasyon egemen sınıfın üyeleri tarafından planlanmış bir olgu, onların yaptığı bir aldatmaca veya hile değildir. Öyle olsaydı; basit, yeterli bir propagandaya sahip olmak onun akıllardaki kökünü kurutmak için yeterli olurdu. Aslına bakarsanız, mistifikasyon toplumsal yapının derinliklerinde, toplumsal ilişkilerin içerisinde hareket eder:

“Toplumsal bir üretim ilişkisi, bireylerin dışında var olan bir şey gibi görünür ve toplumda üretim sürecinde girdikleri özgün ilişkiler, bir şeyin kendine özgü nitelikleri gibi görünür – işte bu sapkın görünüş, bu bayağı bir şekilde gerçek olan ve katiyen hayali olmayan mistifikasyon, değişim değerini varsayan emeğin tüm toplumsal biçimlerinin ayırt edici özelliğidir.”

(Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı)


Gerçekliğin hangi şekillerde mistikleştirici olduğunu ve baştaki bu basit mistifikasyonun, gitgide büyüyüp, kapitalizmde nasıl azami dereceye ulaştığını açıklamak bu yüzden gereklidir.


5.1.9. İnsan topluluğu başlangıçta doğanın diktatörlüğüne tabiydi. Hayatta kalabilmek için ona karşı savaşmak zorundaydı. Diktatörlük dolaysızdı ve topluluk bütünüyle ona tabiydi.


Sınıf toplumunun gelişimiyle, devlet kendini topluluğun temsilcisi olarak sunar ve insanın doğaya karşı mücadelesini somutlaştırmış gibi yapar. Halbuki, üretici güçlerin zayıflığı göz önüne alındığında, doğanın diktatörlüğü her zaman geçerlidir. Ama artık dolaylıdır, devlet ona aracılık eder ve özellikle imkanlardan ve haklardan en mahrum olan kesimlere yük olur. Devlet insanı tanımladığında, tanımına dayanak olarak egemen sınıfın insanını alır. Mistifikasyon tamamlanmıştır.


5.1.10. Kapitalizm altında, burjuvazi gücü ele geçirmiş olmasına rağmen, sermayenin yalnızca formel egemenlik kurduğu kısa bir ilk dönem bulunur. Eski toplumsal oluşumlardan geriye kalan unsurların birçoğu devamlılık göstererek sermayenin tüm toplum üzerinde egemenliğini kurmasına engel olur. Bu, bireysel özgürlük ve serbest rekabete mazeret üreten, politik demokrasinin çağıdır. Burjuvazi bunu insanın özgürleşmesinin aracı olarak sunar. Oysa bu bir mistifikasyondur çünkü:


“Serbest rekabette serbest olan sermayedir, bireyler değil.”

(Marx, Grundrisse)


“Dolayısıyla burjuva ekonomisinin hiçbir kategorisi, birincisi bile, örneğin değerin belirlenmesi, serbest rekabet olgusuyla; yani sermayelerin ve sermaye tarafından belirlenmiş bütün öteki üretim ve değişim ilişkilerinin karşılıklı etkileşimi olarak ortaya çıkan sermayenin gerçek süreciyle gerçekleşmez. Bundan dolayı da, serbest rekabeti insan özgürlüğünün en son gelişmesi olarak görmek; bireysel özgürlüğün ve bireysel özgürlüğe dayanan toplumsal üretimin yadsınması olarak serbest rekabetin yadsınmasını görmek budalalıktır. Burada, yalnızca, sermayenin sınırlı bir temeli, egemenliği üzerinde serbest gelişmesi söz konusudur. Dolayısıyla bireysel özgürlüğün bu türü, aynı zamanda her bireysel özgürlüğün tamamıyla ortadan kaldırılmasıdır. Aynı zamanda, bireyselliğin, olgusal güçler, hatta aşın güçlü nesneler –birbiriyle ilişki halindeki bireylerin kendisinden bağımsız nesneler– biçimini alan toplumsal koşulların boyunduruğu altında tamamıyla ezilmesidir. Serbest rekabet denilen şeyin geliştirilmesi, onun orta sınıf peygamberleri tarafından göklere çıkarılmasına ya da sosyalistler tarafından kötülenmesine karşı tek akılcı yanıttır.”

(Marx, Grundrisse C.2, Sol Yayınları, 2013, sf. 124-125)


5.1.11.

“Demokrasi ve parlamentarizm, burjuvazi için zor ve terör yoluyla kazanılan zaferden sonra zaruridir çünkü burjuvazi sınıflara bölünmüş bir topluma hükmetmek ister.”

(‘Battaglia communista’ no. 18, 1951.)


Burjuvazi egemen olabilmek için uzlaşmaya ihtiyaç duydu, çünkü hakimiyetini yalnızca terör yoluyla sürdürmesi mümkün değildi. Proletarya ise şiddet ve zor yoluyla iktidarı ele geçirdikten sonra, demokrasiye ihtiyaç duymayacaktır; sınıflar günden güne yok olacağı için değil, ancak bundan böyle herhangi bir maskeleme ya da mistifikasyon olmaması gerektiği için. Diktatörlük, karşıt sınıfın herhangi bir geri dönüşünü engellemek için gereklidir. Dahası, proletaryanın devlete erişimi, diğer sınıfların olumsuzlanması bir kenara, onun bir sınıf olarak kendini olumsuzlamasıdır. Türün birliğinin, topluluğun oluşumunun başlangıcıdır. Demokrasi talep etmek sınıflar arasında uzlaşmaya duyulan bir ihtiyacı gösterir, bu da komünizmin tüm karşıtlıkların çözümü ve insanın kendiyle uzlaştırılması olduğundan şüphe duyulduğu anlamına gelir.


5.1.12. Sermayeyle birlikte, ekonomik hareket artık toplumsal hareketten bağımsız değildir. Bu birlik emek gücünün alım satımıyla gerçekleşmiştir, fakat insanın sermayeye boyun eğmesine yol açmıştır. Sermaye kendini maddi topluluk olarak ortaya koyar ve insanları köle olarak örgütleyen sermayenin kendisi olduğundan bundan böyle artık politika yoktur.


Bu tarihsel aşamaya kadar, üretim ve dağıtım arasında az çok belirgin bir ayrım bulunmaktaydı. Politik demokrasi, ürünleri daha eşitlikçi bir şekilde dağıtmanın aracı olarak tasarlanabilirdi. Ancak bir kere bu maddi topluluk oluştuğunda, üretim ve dağıtım ayrılmaz bir şekilde birbirine bağlandı. Dolaşımın zorunlulukları böylece dağıtımı da koşullandırdı. Bununla birlikte, dolaşım bundan böyle üretimin tamamen dışında kalan bir şey değil, sermayenin total sürecinin temel bir anıdır. Demek ki, dağıtımı koşullandıran şey, sermayenin kendisidir.


Her insan esasında varoluşu itibariyle ve bunu belirleyecek biçimde, sermaye için bir işleve sahiptir. Bu işlevleri yerine getirmelerine istinaden, insanlar ücret aracılığıyla ürünlerden belli bir pay alırlar. Biz bir sosyal demokrasiye sahibiz. Gelir politikası ise buna ulaşmanın bir aracı.


5.1.13. Sermayenin formel egemenliği döneminde, demokrasi (politik demokrasi olarak) sermayeye karşı bir örgüt değil, kapitalist sınıf tarafından toplum üzerinde hakimiyet kazanmak için kullanılan bir mekanizmaydı. Bu dönem boyunca, bu mücadeleye dahil olan tüm örgütsel formlar (kitlesel işçi örgütleri de dahil) aynı sona vardılar. Bu aşamada, proletarya belirli bir süre için bu alana müdahale edebilmiştir. Öte yandan, aynı sınıf içerisinde de muhalefet ortaya çıkabilmiştir; örneğin endüstriyel ve finansal burjuvazi arasında. Parlamento, bu sebeple çeşitli çıkarların çatıştığı bir arena olmuştur. Proletarya parlamentoyu, demokratik mistifikasyonu kınamak için bir platform olarak ve genel oy hakkını da sınıfı örgütleme aracı olarak kullanmıştır.

Sermaye gerçek egemenliğini kurduğunda ve kendini maddi topluluk olarak ortaya çıkardığında ise bu çelişkili durum çözülmüştür: çünkü sermaye böylece devlete el koymuştur. Devletin içeriden fethedilmesi artık bir anlam ifade etmiyor çünkü artık durum şundan başka bir şey değil:

“bir formalite, halk yaşamının eskimiş ve ekşimiş kokusu, bir seremoni. Meclisler unsuru, hukuk devletinin tasdikli, yasal yalanıdır: devletin halkın çıkarını oluşturduğu, ya da halkın devleti ilgilendirdiği yalanı.“

(Marx, Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Katkı- alıntılanan Fransızca çeviriye uygun olması için, ‘ulus’ kelimesi ‘halk’ ile değiştirilmiştir.)


5.1.14. Demokratik devlet, insanın toplum üzerinde kontrolü olduğu (insanın ekonomik görüngüyü yönetebileceği) illüzyonunu temsil eder. İnsanı egemen ilan eder. Faşist devlet bu mistifikasyonun gerçekleştirilmesidir (bu anlamda onun olumsuzlanması gibi gözükebilir). Faşist devlette – insan egemen değildir. Aynı zamanda, bu aslında kapitalist devletin gerçek formudur: sermayenin mutlak hakimiyeti. Toplumsal birlik, teori ve pratiğin ayrılığında var olamaz. Teori şunu der: insan egemendir; pratik ise buna karşı şunu öne sürer: egemen olan sermayedir. Yalnızca sermaye topluma tamamen hükmedemediği ölçüde bu ikisi arasında bir dengesizlik söz konusu olabilir. Faşist devlette gerçeklik, düşünceye ondan gerçek bir düşünce çıkarmak için boyun eğdirir. Demokratik devlette ise düşünce, gerçekliğe ondan hayali bir gerçeklik çıkarmak için boyun eğdirir. Sermayenin kölelerinin demokrasisi, mistifikasyonu sağlamlaştırmak amacıyla gizler. Demokratlarsa, proletarya ile sermayeyi uzlaştırabileceğine inandıkları için bu mistifikasyonu öne çıkarırlar.

Toplum kendi baskılanışının varlığını bulduğuna göre (ki bu durum ikiliği, gerçeklik/düşünce dengesizliğini ortadan kaldırır), onun karşısına insan komünitesini temsil eden özgürleştirici varlığı koymak gerekir, yani komünist partiyi.


5.1.15. 19. yüzyıl teorisyenlerinin çoğu devletçiydi. Toplumsal sorunları devlet düzeyinde çözümleyebileceklerini düşündüler. Onlar dolaylı yolları savunuyorlardı.


Ne proletaryanın eski devlet mekanizmasını yok etmesi gerektiğini, ne de onun yerine yenisini koyması gerektiğini anlayabildiler. Birçok sosyalist devleti içeriden fethetmenin mümkün olduğuna, anarşistler ise onun bir anda yok etmenin mümkün olduğuna inanıyordu.


20. yüzyıl teorisyenleri ise korporatisttir, çünkü üretimi düzenlemenin ve insani hale getirmenin tüm problemleri çözmek için yeterli olduğuna inandılar. Bunlara ‘dolayımsızcı'(immediatists) denebilir. Bu da proletarya teorisinin dolaylı bir kanıtıdır. Proletaryanın ekonomik hareketle uzlaşması gerekir demek, çözümün yalnızca bu zeminde ortaya çıkabileceğini kabul etmek demektir. Bu dolayımsızcılık, komünist toplumun, bizzat kapitalizm içerisinde devamlı güçlendiği olgusundan kaynaklanır. Mesele ikisini uzlaştırmak değil, sermayenin gücünü, onun örgütlü kuvvetini, ve tüm iktisadi mekanizmalar özel tekeli yok etmeye eğilimliyken onu sürdüren kapitalist devleti yıkmaktır. Komünist çözüm dolaylıdır. Gerçeklik devletten kaçınıyor gibi görünüyorsa, onu ve aynı zamanda başka bir geçici devlete, proleter diktatörlüğüne olan ihtiyacı vurgulamak gereklidir.


5.1.16. Sosyal demokrasiye doğru olan gelişim baştan hiçe sayılmıştı:

“İnsanlar ve şeyler arasındaki ilişkiler paranın gücünde değilken, toplumsal ilişkiler politik ve dinsel olarak düzenlenmek zorundaydı.”

(Marx)


Marx politikanın dolandırıcılığını her zaman kınamış ve gerçek ilişkileri açığa çıkarmıştır:

“Dolayısıyla, gerçek bağı siyasal değil, sivil yaşam olan burjuva toplumunun üyelerini bir arada tutan şey, bir doğal zorunluluktur, ne kadar yabancılaşmış görünseler de insanın özsel özellikleridir, çıkardır.”

(Marx & Engels, Kutsal Aile – Farklı bir çeviri için bknz: Sol Yayınları, sf.185)

“Modern dünyada, her birey aynı zamanda hem köle hem de topluluk üyesidir. Tam da burjuva toplumunun köleliği, en büyük özgürlük gibi görünür, çünkü yaşamının mülkiyet, sanayi, din vs. gibi yabancılaşmış öğelerinin, bundan böyle ortak bir bağ ya da insan tarafından belirlenemeyen, kaotik hareketini kendi özgürlüğü olarak gören bireyin görünüşte bağımsızlığının tam gelişmiş halidir, oysa bu aslında onun tam gelişmiş köleliği ve insaniyetsizliğidir. Burada hukuk, ayrıcalığın yerini almıştır. “

(Marx & Engels, Kutsal Aile, bknz: Sol Yayınları versiyonu, sf.178)


Demokrasi sorunu, [bugün de] tekel ile rekabet arasında kurulan sözde karşıtlık olarak farklı bir formda varlığını sürdürür. Gerçekte, maddi topluluk bu ikisini kaynaştırır. Faşizm (=sosyal demokrasi) ile birlikte, demokrasi ve diktatörlük de kaynaşır. Bu anarşinin üstesinden gelmenin bir yoludur.

“Anarşi, çeşitli ayrıcalıklarından kurtulmuş burjuva toplumunun yasasıdır ve burjuva toplumunun anarşisi modern kamu sisteminin temelidir, tıpkı devlet idaresinin karşılık olarak bu anarşinin güvencesi olması gibi. Ayrıca bunlar, birbirlerine karşıt oldukları ölçüde birbirlerini koşullandırırlar da.”

(Marx & Engels, Kutsal Aile – Farklı bir için bknz: Sol Yayınları, sf. 180)


5.1.17. Sermayenin oluşumuna izin veren devrime önderlik eden burjuva sınıfı yok olduğuna ve yerine sermayeden ve onun değerleşme sürecinden geçinen kapitalist sınıf geçtiğine göre; sermayenin hakimiyeti sağlama alınmıştır (faşizm); bu nedenle, artık gereksiz olduğundan, siyasal bir uzlaşmaya değil, ekonomik bir uzlaşmaya (korporatizm, ihtiyaçlar doktrini vs.) ihtiyaç vardır ve demokrasinin ehli olanlar da bu noktada orta sınıflardır. Ancak kapitalizm büyüdükçe, idareyi sermayeyle paylaşma illüzyonu daha da ortadan kaybolur.


Geriye kalan tek şey siyasal hak iddiaları olan (demokratik planlama, tam istihdam vs.) sosyal demokrasiye olan taleptir. Oysa sosyal güvenlik yaratarak, öne sürdüğü tam istihdamı sağlamaya çalışırken, kapitalist toplum söz konusu sosyal demokrasiye ulaşır: sermayeye köle olanların sosyal demokrasisi.


Yeni orta sınıfların gelişimiyle, demokrasi talebi –sadece— komünizmden hafif bir renk edinir.


5.1.18. Yukarıda yazılanlar, Avrupa ve Kuzey Amerika alanlarını ele alır ve Asyatik üretim tarzının uzun süre hakim olduğu ülkeler (Asya, Afrika), veya hala hakim olduğu ülkeler (örneğin, Hindistan) için geçerliliğe sahip değildir. Bu ülkelerde, birey üretilmemiştir. Özel mülkiyet ortaya çıkabilir ama kendini özerkleştiremez; aynı şey birey için de geçerlidir. Bu, o ülkelerin jeo-sosyal koşullarına bağlıdır ve sermayenin kendini orada geliştirmesinin, kendisini topluluk olarak ortaya çıkarmadığı sürece, imkansız olduğunu açıklar. Başka bir deyişle, yalnızca bu aşamaya ulaşıldığında kapitalizm antik topluluğun yerine geçebilecek ve muazzam bölgeler fethedecektir. Ancak, bu ülkelerde, insanlar Batıdaki gibi davranamazlar. Siyasal demokrasiden muhakkak kaçınılır. Yalnızca, o da en fazla, sosyal demokrasiye sahip olunabilir.


Bu yüzden, kapitalizmin aşılanmasıyla en çok mahvolan ülkelerde bir çifte fenomene sahibiz: gerçek hareket ile antik topluluk arasında bir uzlaşma: komünizm. Bu toplumlarla ilgilenmenin zorluğu buradadır.


Yani, insanlığın muazzam bir kısmının tamamı, demokratik mistifikasyonu Batıda bilinen şekliyle tanımayacak. Bu yaklaşan devrim için olumlu bir durumdur.


Rusya’ya gelince, bu ikisinin arasında bir vaka görürüz. Kapitalizmin orada ne zorlukla kurulduğuna işaret edebiliriz. Rusya bir proleter devrimine ihtiyaç duyuyordu. Orada da batılı siyasal demokrasinin üzerinde gelişeceği bir temel yoktu, ki bu temel orada serpilemez denebilir. Modern Batıda olduğu gibi, burada da sosyal demokrasiye olacak. Maalesef Rusya’da ayrıca, karşı-devrimin ”proleter demokrasisi” kılığına girerek bir zehire dönüşmüş ve birçok kişi için devrimin yenilgisinin nedeni bu demokrasi vaadinin gerçekleşmemesi gibi görünmüştür.


Bu gerçeklerin tanınmasıyla ve onlara hak ettiği önemin verilmesiyle, komünist devrim yeniden başlayacaktır. Proletarya kendini, sınıf olarak ve böylece parti olarak yeniden ortaya çıkaracaktır, bu yolla tüm sınıflı toplumların sıkışık sınırlarının yerine geçecektir. İnsan türü, sonunda birlik olabilecek ve tek bir varlık oluşturabilecektir.


5.1.19. Demokrasinin tüm tarihsel formları, üretimin sınırlı olduğu gelişim aşamalarıyla örtüşüyordu. Birbirini takip eden çeşitli devrimler, kısmi devrimlerdi. Ekonomik gelişme meydana gelemiyor ve bir sınıfın sömürüsü gerçekleşmeden ilerleyemiyordu. Eski zamanlardan beri devrimlerin, insanlığın artan bir kısmının özgürleşmesine katkıda bulunduğunu belirtebiliriz. Buradan; mükemmel demokrasiye, tüm insanlığı etrafında toplayacak bir demokrasiye doğru yol aldığımız fikri türetilmiştir kimilerince. Sonuç olarak, birçok kişi aceleci davranarak sosyalizm=demokrasi denklemini kurar. Komünist devrim ve proleter diktatörlüğü ile, insanlığın öncekinden daha büyük bir kısmının bu ideal demokrasinin etki alanına girdiği ve proleter durumunu toplumun bütününe genelleyerek, proletaryanın sınıfları yok edip demokrasiye ulaştığını söylemenin mümkün olduğu doğrudur (Komünist Manifestoda devrimin demokrasinin fethi olduğu ifade edilmiştir). Oysa, şunu eklemek gereklidir ki bu sınıra geçiş, bu genelleme, aynı zamanda demokrasinin yıkımıdır. Çünkü aynı zamanda insan kitlesi, gerçekte olmasa da hukuki olarak eşit bireylerin basit bir toplamı statüsünden ortaya çıkarılmış olarak kalmaz. Bu yalnızca tarihin çok kısa bir anında, zoraki eşitlemeden ötürü meydana gelebilir. İnsanlık kendini kolektif bir yapı içinde, Gemeinwesen (topluluk ya da komün) içinde, ortaya çıkaracaktır. Bu yapı, demokratik fenomenin dışında doğmuştur ve bunu topluma ileten, kendini parti olarak ortaya çıkarmış proletaryadır. Gelecek topluma ilerlendiğinde, yalnızca niceliksel değil niteliksel bir değişim de yaşanır. Çünkü demokrasi “bu güçsüz niceliğin, sonsuza dek, niteliğe dönüşümünün anti-marksist kuralıdır’’. Devrim sonrası bir toplumda demokrasi talep etmek, iktidarsızlık talep etmektir. Ayrıca, komünist devrim artık bir kısmi devrim değildir. Komünist devrimle birlikte ilerici özgürleşme sona erer ve radikal özgürleşme elde edilir. Burada yine niteliksel bir atlayış vardır.


5.1.20. Demokrasi bir düalizm üzerine kuruludur ve onun üstesinden gelmenin aracıdır. Böylece, demokrasi ruh ve madde arasındaki düalizmi çözümler ve bu da büyük insanlar ve kitle arasındakini yetki dağıtımı yoluyla, vatandaş ve insan arasındakini oy pusulası ve evrensel oy hakkı yoluyla çözümlemeye denktir. Aslında, toplam varlığın gerçekliğine katılım bahanesinin altında, insanın bağımsızlığını devlete devretmesi yatar. İnsan kendini insan gücünden yoksun bırakır.


Güçler ayrılığı, güçlerin birliğini gerektirir ve bu her zaman bir anayasanın ihlaliyle gerçekleştirilir. Bu ihlal, gerçek durum ile hukuki durum arasındaki ayrılık üzerine kurulmuştur. Birinden ötekine geçiş, şiddetle sağlama alınmıştır.


Demokratik ilke gerçekte yalnızca verili bir gerçeğin kabulüdür: gerçekliğin yarılması, sınıf toplumuna bağlı düalizm.


5.1.21. Bazıları sık sık genel olarak demokrasiye, boş bir kavrama, karşı insan özgürleşmesinin anahtarı olacak bir demokrasi formu koymak isterler. Şimdi, niteliğinin genel konseptiyle çelişmekle kalmayıp, aynı zamanda onun olumsuzlaması olması gereken gerçek nedir? Gerçekte, belirli bir demokrasiyi (örneğin proleter demokrasisini) kuramsallaştırmak yine de niceliksel sıçramadan kaçınmaktır. Gerçekten de, ya bahsedilen demokratik form cidden genel demokrasi kavramıyla çelişir ve böylece aslında başka bir şeydir (öyleyse, neden ona demokrasi diyelim?) ya da form bu kavramla uyuşur ve yalnızca niceliksel doğaya sahip bir çelişki olabilir (örneğin daha fazla insan içermesi) ve bu nedenle onları geri itme eğiliminde olsa da, kavramın sınırlarının ötesine geçemez.


Bu tez genellikle şu formda ortaya çıkar: proleter demokrasisi burjuva demokrasisi değildir ve doğrudan demokrasiden bahsedilir ki ikincisinin bir kırılmaya, bir ikiliğe ihtiyacı varken, ilkinin bunu reddettiği gösterilsin. Böylece gelecekteki toplum, doğrudan demokrasinin gerçekleşmesi olarak tanımlanır.


Bu burjuva toplumunun yalnızca negatif bir olumsuzlamasıdır, pozitif olumsuzlaması değil. Bu daha, komünizmi hala farklı insan tezahürlerine daha yeterli olacak bir örgütlenme şekli olarak tanımlamak ister.

Ama komünizm, bir yapının, insanın gerçek Gemeinwesen’inin olumlamasıdır. Doğrudan demokrasi, komünizmi elde etmek için bir araç gibi görünebilir. Ancak komünizm böyle bir aracılığa ihtiyaç duymaz. Mesele sahip olma ya da yapma değil, olma meselesidir.

bottom of page