Aşağıdaki yazı Enternasyonal Komünist Akım'ın sitesindeki şu yazısının çevirisidir: https://en.internationalism.org/content/17056/behind-decline-us-imperialism-decline-world-capitalism
Amerikan Emperyalizminin Çöküşünün Altında Yatan Sebep Dünya Kapitalizminin Çöküşü
ABD ve diğer batılı güçlerin Afganistan'dan alelacele geri çekilişi, kapitalizmin giderek artan bir barbarlık dışında hiçbir şey sunamadığının keskin bir tezahürü oldu. 2021 yazı, gezegenin halihazırda alev alev yandığını gösteren birbiriyle bağlantılı olayların ivmelenişine de tanıklık etti: ABD'nin batı kıyısından Sibirya'ya kadar sıcak hava dalgalarıyla beraber kontrol edilemeyen yangınların patlak vermesi, sel baskınları, Covid-19 pandemisinin tahribatı ve tepetaklak olmuş bir ekonomi. Bütün bunlar, son 30 yılda çürümenin geldiği düzeyin bir ifadesidir1. Marksistler olarak bizim rolümüz, sadece büyüyen bu kaosa dair yorum yapmak değil, onun kapitalizmin tarihsel krizinde yatan köklerini analiz etmek, işçi sınıfı ve insanlığın karşısındaki seçenekleri göstermektir.
Afganistan'daki olayların tarihsel arkaplanı
Taliban, insan hakları ve bilhassa kadın hakları için bir tehlike arz eden medeniyet düşmanları olarak takdim ediliyor. Acımasız oldukları, ve Orta Çağ'ın en kötü veçhelerini anımsatan bir vizyonca idare edildikleri de muhakkak. Gelgelelim, Taliban içinde yaşadığımız zamanların ender bir istisnası değil. Taliban, gerici bir toplumsal sistemin ürünü: Çökmekte olan bir kapitalizmin. Bilhassa yükselişleri, kapitalizmin çöküşünün son aşaması olan çürümenin bir tezahürüdür.
70'lerin ikinci yarısı, ABD'nin Batı Avrupa'ya güdümlü füzeler yerleştirdiği ve SSCB'yi, gücünün gittikçe daha az yeteceği bir silahlanma yarışına girmeye zorladığı, Soğuk Savaş'ın ABD ve Rus emperyalist blokları arasında kızıştığı bir dönemdi. Ancak 1979'da, Batı bloğunun Ortadoğu'daki temel dayanaklarından biri olan İran, kaosa teslim oldu. Burjuvazinin maharetli fraksiyonlarının nizam dayatma girişimlerinin tümü başarısızlıkla sonuçlandı ve ruhban sınıfının en gerici unsurları iktidara gelmek için bu kaostan istifade etti. Yeni rejim Batı bloğundan uzaklaşmanın yanında, Rus bloğuna katılmayı da reddetti. İran, Rusya ile geniş bir sınırı olan ve bu nedenle Batı’nın SSCB'yi kuşatma stratejisinde kilit bir rol oynamış İran, artık bölgede sağı solu belli olmaz bir aktör haline gelmişti. Bu yeni karışıklık SSCB’yi, 1978'te Kabil'de kurmayı başardığı Rus yanlısı rejimi Batı devirmeye çalışınca Afganistan'ı işgal etmeye teşvik etti. Rusya, Afganistan'ı işgal ederek daha sonraki bir aşamada Hint Okyanusu’na erişebileceğini de ummuştu.
Afganistan'da o vakit korkunç bir askeri barbarlığın patlamasına tanık olmuştuk. SSCB silah namına varını yoğunu Mücahitlere ve halkın üzerine yağdırdı. Öte yandan ABD bloğu, Mücahitlere ve Ruslara karşı çıkan Afgan savaş ağalarına silah ve para tedarik ederek eğitti. Bunlar arasında birçok kökten dinciyle beraber, dünyanın dört bir yanından akın eden cihatçılar da vardı. Bu “özgürlük savaşçılarına” ABD ve müttefikleri tarafından terör ve savaşın tüm incelikleri öğretildi. Bu “özgürlük” savaşı 500 bin ilâ 2 milyon arasında insanı öldürdü ve ülkeyi harap etti. Burası aynı zamanda Bin Ladin ve El Kaide'nin yükselişiyle imlenen, daha küresel bir İslami terörizm biçiminin de doğduğu yer oldu.
Aynı zamanda ABD Irak’ı, İran’a karşı yaklaşık 1,4 milyon kişinin katledileceği sekiz senelik bir savaşa itti. Rusya, 1989'da Rus bloğunun çöküşüne büyük katkı sağlayacak şekilde Afganistan’da tükenir ve İran ile Irak da savaş girdabına çekilirken, başlangıç noktası İran'ın bir haydut devlete dönüşmesi olacak biçimde bölgenin dinamikleri gösterdi ki kapitalizmin derinleşen çelişkileri, büyük güçlerin gezegenin farklı bölgelerinde kendi otoritelerini dayatma yetilerini baltalamaya başlamıştı. Bu eğilimin arkasında daha derin bir şey yatıyordu: Egemen sınıfın, sistemin krizine -başka bir dünya savaşına- olan çözümünü, kapitalizm adına kendini kurban etme isteksizliğini 1968’den 80’lerin sonuna kadar bir dizi mücadeleyle gösterse de sisteme devrimci bir alternatif ortaya koyamayan bir dünya işçi sınıfına dayatamayışı. Kısacası, iki büyük sınıf arasındaki bir açmaz, kapitalizmin son aşamasına; emperyalist düzeyde iki bloklu sistemin sona ermesi ve “her koyun kendi bacağından asılır”cılığın ivmelenmesiyle tanımlı olan çürüme aşamasına girişini belirledi.
Emperyalist meydan kavgasının kalbinde Afganistan
1990'larda, Rusların Afganistan'dan ayrılışından sonra, muzaffer savaş ağaları yıkıntıların kontrolü için Batı tarafından kendilerine verilen silah ve savaş bilgilerinin tümünü kullanarak birbirlerine girdiler. Toplu kıyım, yıkım ve toplu tecavüz savaştan geriye kalan en ufak toplumsal birlikteliği de yok etti.
Bu savaşın toplumsal etkisi Afganistan ile sınırlı değildi. Dünyaya sefalet ve ölüm getiren eroin bağımlılığı salgınının 1980'lerden itibaren patlak vermesi savaşın doğrudan sonuçlarından biriydi. Batı, savaşı finanse etmek için Taliban karşıtlarını afyon yetiştirmeye teşvik etti.
Taliban'ın acımasız yobazlığı dolayısıyla onlarca yıllık barbarlığın bir ürünüydü. Ayrıca, yanı başlarında belli bir çeşit düzen dayatmak isteyen Pakistan tarafından da manipüle edildiler.
2001'de El Kaide ve Taliban'dan kurtulmak bahanesiyle başlatılan ABD işgali, 2003'te Irak’ın işgaliyle birlikte ABD emperyalizminin, kendi çöküşünün sonuçları karşısında otoritesini dayatma girişimleriydi. Başta Avrupalılar olmak üzere, üyelerinden birine yapılan saldırıya tepki olarak harekete geçirmeye çalıştı diğer güçleri. Birleşik Krallık dışında diğer bütün güçler ilgisizdi. Nitekim Almanya, 90'lı yılların başında tutturduğu yeni “bağımsız” hat dolayısıyla Hırvatistan’ın Yugoslavya’dan ayrılmasını desteklemiş ve bu da Balkanlar'daki korkunç katliamı kışkırtmıştı. Sonraki yirmi yıl içinde ABD'nin rakipleri, Afganistan, Irak ve Suriye'de kazanılamaz savaşlara bulaşmasını izledikçe daha da cesaret buldu. ABD'nin geriye kalan tek süper güç olarak baskınlığını ilan etme girişimi, Amerika'nın emperyalist "liderliğinin" hakiki gerileyişini giderek daha fazla ortaya çıkaracaktı; ve gezegenin geri kalanına yekpare bir düzen dayatmayı becerebilmekten çok uzak olan ABD, artık kapitalist çürüme aşamasına damgasını vuran kaosun ve istikrarsızlığın ana vektörü haline gelmişti.
Biden’in reelpolitiği Trump’unkinin devamıdır
Afganistan'dan çekilme politikası, açık bir reelpolitik örneğidir. ABD, Çin ve Rusya’nın altını oyma ve onları kontrol altına alabilmek için kendini bu maliyetli, zayıflatıcı savaşlardan kurtarmak zorundaydı. Biden yönetimi, ABD emellerinin peşinde koşarken en az Trump kadar kinik olduğunu gösterdi.
Aynı zamanda, ABD'nin çekilmesi Biden yönetiminin “Amerika Geri Döndü” şeklindeki -Amerika'nın güvenilir bir müttefik olduğu- mesajının ciddi bir darbe aldığı anlamına da geliyor. Uzun vadede ABD muhtemelen Çin korkusuyla Japonya, Güney Kore ve Avustralya gibi ülkelerin, Çin'i Güney Çin Denizi'nde ve başka yerlerde dizginlemeyi amaçlayan “Doğu’ya yöneliş” sloganıyla işbirliğine zorlanabileceğine bel bağlıyor.
Buradan ABD'nin Ortadoğu ve Orta Asya'dan çıkıp gideceği sonucunu çıkarmak yanlış olur. Biden, ABD'nin terör tehditlerine karşı "Ufuk Ötesi" (yani hava taarruzları) politikası izleyeceğini açıkça belirtti. Bu, dünyanın dört bir yanındaki askeri üslerini, donanmasını ve hava kuvvetlerini kullanarak, ABD için tehlikeli olmaları halinde bu bölgelerdeki devletlere yıkım getireceği anlamına geliyor. Bu tehdit aynı zamanda Afrika'daki, Somali gibi batık devletlere iç savaşın yıktığı Etiyopya’nın da katılabileceği ve komşuların da iki ülkeden birini destekleyeceği giderek kaotikleşen vaziyetle de ilgilidir. Nijerya, Çad ve başka yerlerdeki İslamî terör grupları, Taliban’ın zaferiyle cesaretlenip operasyonlarını hızlandırdıkça bu liste daha da uzayacak.
Afganistan'dan geri çekilmenin motivasyonu, dünya güçleri olarak Çin'in yükselişinin ve Rusya'nın dirilişinin yarattığı tehlikeye odaklanma ihtiyacıysa, bunun Çin ve Rus emperyalizmlerini Afganistan’a davet dahi edebilecek kısıtları açıkça ortada. Çin, Afganistan'daki Yeni İpek Yolu projesine şimdiden büyük yatırımlar yaptı ve her iki ülke de Taliban ile diplomatik ilişkilere başladı. Ancak bu devletlerin hiçbiri çelişkileri giderek artan dünya çapındaki kargaşanın üzerine çıkamaz. Afrika, Ortadoğu (en son Lübnan ekonomisinin çöküşü), Orta Asya ve Uzak Doğu'ya (özellikle Myanmar) yayılan istikrarsızlık dalgası, ABD için olduğu kadar Çin ve Rusya için de bir tehlike. Afganistan'ın gerçek anlamda işleyen bir devleti olmadığının ve Taliban'ın bunu tersine çevirmeyeceğinin bütünüyle farkındalar. Savaş ağalarının yeni hükümete yönelik oluşturduğu tehdit de iyi biliniyor. Kuzey İttifakı'nın kimi kısımları hükümeti tanımayacaklarını zaten söylediler ve Afganistan'da da faal olan IŞİD, kâfir Batı ile anlaşma yapmaya hazır oldukları için Taliban'ı mürted olarak görüyor. Afganistan'ın eski yönetici sınıfının bir kısmı, Taliban ile işbirliğine yanaşabilir ve birçok yabancı hükümet de halihazırda kanallar açmakta, ancak bunun nedeni, ülkenin yeniden savaş ağalığına ve tüm bölgeye yayılacak olan kaosa teslim olmasından korkmaları.
Taliban'ın zaferi, Taliban onları desteklemese bile, Çin'de faal olan Uygur İslamcı teröristlerini yüreklendirmeye yarayabilir ancak. Rus emperyalizmi, Afganistan'a bulaşmanın acı bedelini biliyor ve Taliban'ın zaferinin, iki ülke arasında tampon oluşturan Özbekistan, Türkmenistan ve Tacikistan'daki köktendinci gruplara yeni bir ivme kazandıracağını da tahmin edebiliyor. Rusyabu tehlikeyi, az önce sözü edilen ülkeler ve başkaları üzerindeki askeri nüfuzunu güçlendirmek için fırsata çevirecektir, ancak biliyor ki, ABD’nin savaş makinesinin azameti bile başka devletlerden yardım aldıkları müddetçe bu kalkışmaları ezemedi.
ABD ne Taliban'ı yenebildi ne de düzgün bir devlet kurabildi. Bu rezillik ile yaşamak zorunda kalırken, arkasında istikrarsızlığa kurulu bir saatli bomba bıraktığının bilincinde olarak geri çekildi. Rusya ve Çin şimdi bu kaosu kontrol altına almaya çalışmak zorunda. Kapitalizmin bu bölgeye istikrar ve bir tür gelecek getirebileceği fikri safi bir yanılsamadır.
Yardımsever taklidi yapan Barbarlık
ABD, İngiltere ve diğer tüm güçler, geçtiğimiz 40 yıl boyunca Afganistan halkına uyguladıkları terörü ve yıkımı gizlemek için Taliban öcüsünü kullandılar. ABD destekli mücahitler de Ruslar kadar kıyım yaptı, tecavüz etti, işkence ve yağma yaptı. Taliban'la beraberce de, Rusların denetimindeki kent merkezlerine terör harekatları düzenlediler. Ancak bu, Batı tarafından dikkatle gizlendi. Son 20 yıldır durum aynı. Batı medyasında Taliban'ın korkunç gaddarlığı vurgulanırken, “demokratik” hükümet ve destekçileri tarafından sebep olunan kayıplar, cinayetler, tecavüzler ve işkence haberleri utanmazca halının altına süpürüldü. Her nasılsa, 'demokratik', 'insan hakları' sevicisi ABD ve İngiltere tarafından desteklenen hükümetin, toplarıyla, bombalarıyla ve kurşunlarıyla havaya uçurduğu genç ve yaşlılar, kadın ve erkekler bahsetmeye değer bulunmuyor. Aslında, Taliban'ın neden olduğu vahşet tam boyutuyla bile ortaya serilmedi. Savaşı haklı çıkarmaya yaramadıkça, bunlar 'haber değeri taşımayan' olaylar olarak görülüyor.
Avrupa parlamentoları, Taliban’ın hükmettiği Afganistan'daki kadınların ve diğerlerinin korkunç kaderine yas tutan ABD'li ve İngiliz politikacıların dediklerini tekrarladı. Aynı politikacılar, birçok Afgan da dahil olmak üzere binlerce çaresiz mültecinin Akdeniz'i veya Kanalı geçmeye çalışırken hayatlarını riske atmasına neden olan göçmenlik yasalarını da dayattılar. Hani nerede onların Akdeniz’de boğulan göçmenler için feryatları? Onlar, Türkiye veya Ürdün'de, (AB ve İngiltere tarafından finanse edilen) toplama kamplarından biraz daha iyi şartlarda yaşamaya zorlanan veya Libya'nın köle pazarlarında satılan mülteciler için ne gibi bir kaygıları oldu? Taliban'ı insanlık dışılığından dolayı kınayan bu burjuva sözcüleri, mülteci akınını durdurmak için Doğu Avrupa'nın etrafına çelik ve betondan bir duvar inşa edilmesini teşvik ediyor. İkiyüzlülüğün leş kokusu dayanılacak gibi değil.
Bu cehenneme son verebilecek tek güç proletaryadır
Savaş, pandemi, ekonomik kriz ve iklim değişikliğinin bu manzarası gerçekten korkunç. Bu nedenle egemen sınıf kendi medyasını bunlarla dolduruyor. Proletaryanın itaat etmesini, bu çürüyen toplumsal sistemin acımasız gerçekliğinden korkup sinmesini istiyor. Egemen sınıfın ve devletin eteğine yapışan çocuklar gibi olmamızı istiyorlar. Proletaryanın son 30 yıldır çıkarlarını savunma mücadelesinde yaşadığı büyük zorluklar, bu korkunun daha da yerleşmesine müsaade ediyor. Proletaryanın bir gelecek, tamamıyla yeni bir toplum sunabilecek tek güç olduğu fikri saçma görünebilir. Ancak proletarya yegane devrimci sınıftır ve otuz yıllık geri çekilme bunu ortadan tümüyle kaldırmamıştır, her ne kadar bu geri çekilmenin uzunluğu ve derinliği enternasyonal işçi sınıfının ekonomik koşullarına yönelik artan saldırılara direnme yetisine olan güvenini yeniden kazanmasını zorlaştırsa da. Fakat işçi sınıfı ancak bu mücadeleler yoluyla gücünü yeniden geliştirebilir. Rosa Luxemburg'un dediği gibi, proletarya, kendi bilincini yenilgiler tecrübe etmesiyle geliştiren tek sınıftır. Proletaryanın, insanlığın geri kalanına bir gelecek sunma konusundaki tarihsel sorumluluğunu yerine getirebileceğinin garantisi yoktur. Proletarya ve onun devrimci azınlıkları, sınıf düşmanımızın teşvik ettiği ezici umutsuzluk ve çaresizlik atmosferine yenik düşerse, bu kesinlikle gerçekleşmeyecektir. Proletarya devrimci rolünü, çürüyen kapitalizmin acımasız gerçekliğinin karşısında durarak ve kendi ekonomik ve toplumsal durumuna yöneltilen saldırıları reddederek, yalıtılmışlığı ve çaresizliği dayanışmayla, örgütlenmeyle ve yükselen sınıf bilinciyle değiştirerek yerine getirebilir.
1 https://en.internationalism.org/content/17042/report-pandemic-and-development-decomposition
Comments