top of page

Depremin Ardından: Sermayenin Milliyetçi Dar Ufku Kapitalist Felaketi Derinleştiriyor

Maraş merkezli depremin bir haftasını geride bıraktık. Ölü sayısı Türkiye'de 35 bin, Suriye'de ise 4 bine (13 Şubat) yaklaşıyor. Arama-kurtarma çalışmaları sonladırılmış olup, enkaz kaldırma çalışmalarına başlanmış durumda. Enkaz kaldırma çalışmaları ile resmi ölü sayıları da artacaktır. Durum şimdiden bu depremin 2010 Haiti, 2008 Çin, 2005 Pakistan ve 2003 İran depremlerinden sonra dünyanın bu yüzyılda gördüğü en ölümcül deprem felaketi olduğunu gösteriyor. Bütün bu afetlerin ortak noktası, ucuz emek gücü olarak kentlere yığılan yoksul kitlelerin kapitalistler tarafından dünyanın her yerinde harcandığıdır.

Kapitalizmin minimum altyapı (sabit sermaye) yatırımıyla maksimum sayıda canlı emeği sömürmek üzere yığdığı kentler "geliştikçe" yaşanamaz toplu mezarlara dönüşüyor. Bu şehirlerde hayatta kalanlar için yaşam, kapitalizmin soğuk birikim mantığı tarafından bir işkenceye dönüştürülüyor. Devletin acizliğinin ölçüsünü, Erdoğan'ın örtük “özeleştirilerinde”, 35 yıldır kapalı tutulan Ermenistan sınır kapısının açılmasında, bir hafta öncesine kadar savaş tamtamlarının çalındığı komşu ülke Yunanistan’a karşı sergilenen sahte yakınlaşmada görebiliyoruz. Şaşkınlık içerisindeki egemen sınıf ne yardım kurumlarını, ne de kendi aygıtlarını koordine edebiliyor. İşte tüm bu kaotik koşullar altında egemen sınıf depremi yaşamış kitlelere kendi başlarının çaresine bakmasını öğütlüyor.


Deprem bölgesinde elektrik, doğal gaz ve su hatları hala büyük ölçüde kesik durumda. Sert kış koşullarında, birçok insan yardımlara erişemez halde, ısınma, barınma ve hijyen gibi en temel ihtiyaçlarını enkazlardan topladıkları eşyalar ile karşılamaya çalışıyor. Üstelik deprem bölgesinde kimi patronlar işçileri şimdiden çalışmaya çağırıyor. Birikimi olmayan proleterler için hayat cehennemden farksız. Deprem bölgesinden çıkmaya çalışanların sığındığı kentlerde konut kiraları kimi zaman 4-5 kat artmış durumda. Kapitalistlerin otelleri boş dururken, depremzedelere ayrılan öğrenci yurtlarında ise başka bir trajedi yaşanıyor. Birçok öğrenci, okulların kapatılmasıyla birlikte gidecek bir yer arayışında. Ölü bedenlerin üzerinde canlı emeğin öldürülmesiyle inşa edilmiş beton yığınlar ve yüzeyde de aklını kaçırma noktasında insanlar: işte kapitalist barbarlık.


Böylesi bir kaos içinde, devlet, proletaryaya karşı sistematik bir şiddet aygıtı olarak bildiği en iyi şeyi yapıyor: kitleleri terörize ediyor. Bütün kaosun günah keçisi olarak egemen sınıfın bir kesimi mültecileri işaret ediyor, göçmenlere karşı milliyetçi provakatörler yoluyla terör ve pogrom körükleniyor.

Dünya kapitalizminin genel krizi ve Türkiye kapitalizminin özel zayıflığı sonucu hala süren derin bir ekonomik bunalımın etkisiyle birlikte afet, milliyetçi-sekter kör şiddeti büyütüyor. Bu egemen sınıfın bilinçli bir tercihidir. Deprem sonrasında, bir çoğu asılsız olan, yağmalama iddialarına tepki olarak doğduğu söylenen bu şiddet eylemleri geleceği olmayan sınıfların eylemleridir. Bunlar kapitalizmin çürümesinin çaresizliğe ittiği, küçük burjuvazinin ve lümpenleşmiş kesimlerin eylemleridir ve hiçbir koşulda, hiçbir soruna çözüm sunamaz. Hem yağmalama, hem de buna tepki olarak ortaya çıkan pogromcu dinamik, kapitalizmin barbarlık içerisinde çöküşünün farklı tezahürleri, insan toplumunun dağılmasının semptomlarıdır.


Toplumsal kaynaklar militarizm için, kitlesel ölüm araçlarının üretimi için ya da ulusal sermayelerin çıkarına yürütülen milliyetçi rekabet uğruna heba edilirken, insan hayatı değersizleşiyor. Sermaye bu krizlerde sadece canlı emeği öldürmekle, lümpen bir şiddeti körüklemekle kalmıyor, bizzat kendi maddi altyapısını da yıkıyor. Kar için üretimin içsel mekaniği, kapitalizmin bu çöküş çağında insanlığa yok oluşu dayatıyor. “Canlı emeği sömürmek için sermaye, hâlâ yararlı olan ölü emeği yok etmelidir. Ilık, genç kan emmeyi sevdiğinden, ölülerin canını bir kere daha alır.” (Bordiga)


Türkiye’de yaşanan deprem ve ardından gelişen toplumsal felaket nasıl kapitalist ve milliyetçi egemen sistemin bir ürünüyse, insanlığın şu anda içerisinden geçtiği diğer krizler de öyle. Ukrayna-Rusya savaşı, Covid salgını, savaş ve salgından kaynaklanan açlık riski, bütün dünyada yaşanan ekonomik kriz ve ekolojik kriz bu krizlerden sadece en belirgin olanları.


Ama kapitalizmin ve milliyetçi ayrımların ötesinde bir gelecek kurabiliriz. Şu anda Fransa ve İngiltere başta olmak üzere bütün Avrupa’da gelişen grev dalgası bize umudun sadece dünya işçi sınıfında olduğunu gösteriyor. Bugün, işçi sınıfı hayatta kalmak için dünya çapında grevlerde kendisini ortaya koyuyor. Yarın, kapitalizm ve ulusların ötesinde birleşmiş bir insanlığı inşa edebilecek potansiyel güç de sadece işçi sınıfıdır. Geleceğin sınıfı işçi sınıfıdır. Yeryüzünde, kapitalist felaketlerin ötesinde bir yaşamı daha fazla gecikmeden kurabilmek için işçi sınıfının güçlenmesi gerekiyor. Zaman daralıyor ve felaketler birikiyor. Tereddüt etmek için artık çok geç. Önümüzde sadece iki seçenek var: ya teker teker (veya biner biner) kapitalist felaketlerde ölüm ya da bütün işçi sınıfının birleşerek kapitalizmi yıkması; ya milliyetçi ve sekter bir şiddet sarmalı içerisinde toplumun çözülüşü, pogromlar ve kapitalist bir kıyamet ya da komünizm.


Fuat & İsmail




Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page